Batı medyasında Türkiye karşıtlığının arkeolojisi
HABERAA -Türkiye kamuoyu batıdan esen bu “yalan rüzgârı”na her seferinde “yeni” muamelesi yapmayı sevse de, arşivler problemin neredeyse gazeteciliğin tarihiyle yaşıt olduğuna işaret ediyor.
İSTANBUL - Yusuf Özkır
Türkiye’nin 20 Ocak’ta terör örgütleri PKK-PYD-YPG ve DEAŞ’a karşı başlattığı Zeytin Dalı Harekâtı, Afrin kent merkezinin 18 Mart tarihinde kontrol altına alınmasıyla büyük ölçüde hedefine ulaştı. Zeytin Dalı harekâtında sadece teröristler yok edilmedi; aynı zamanda bir operasyonun hukuka uygun ve ahlaki sınırlar içinde kalınarak nasıl yapılacağı da gösterilmiş oldu. Buna rağmen, Avrupa ve ABD medyasındaki yeminli Türkiye karşıtları gerçekleri tersyüz ederek ezberlenmiş yalanları servis etmekten vazgeçmedi. Gazeteciliğin evrensel ilkeleriyle uyuşmayan bu önyargılı tavır, aslında biz Türkler için yeni değil. Türkiye kamuoyu batıdan esen bu “yalan rüzgârı”na her seferinde “yeni” muamelesi yapmayı sevse de, arşivler problemin neredeyse gazeteciliğin tarihiyle yaşıt olduğuna işaret ediyor.
Osmanlı devletinin Batı medyasında ele alınma biçimi genellikle aşağılayıcı ve çirkin karikatürler üzerinden kendini gösterirdi. 19. yüzyılın son çeyreğinde, Sultan İkinci Abdülhamit’in şahsını hedefe koyuyormuş gibi çizilen karikatürlerde, Osmanlı devletine “hasta adam” muamelesi yapılırdı. Bu dönemde Osmanlı devleti, sargı bezleri içinde can çekişen ve paylaşılmayı bekleyen bir hastadır, batılı gazetecilerin gözünde. Henüz 1830’lardan, yani Yunan isyanından itibaren, Batılı gazeteler Osmanlı karşıtlığını sadece İngiltere, Fransa ve Rusya’nın çıkarları söz konusu olduğunda göstermiyordu; aynı zamanda Rumlar, Sırplar, Bulgarlar ve Ermeniler söz konusu olduğunda da sürekli bir şekilde Osmanlı aleyhine içerik üretiyordu.
Türkiye karşıtlığının 19. yüzyıldaki tezahürlerini, tarihçi Kemal Karpat’ın İslam’ın Siyasallaşması, Orhan Koloğlu’nun Osmanlı’dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi ve Necmettin Alkan’ın Avrupa Karikatürlerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı İmajı isimli eserlerinden takip etmek mümkün. Burada vurgulanması gereken esas meselelerden biri ise bu önyargılı yaklaşımın cumhuriyet döneminde de devam ediyor olması.
27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a: Askeri darbelerde Batı medyası
Türkiye’nin temel milli meseleleri olan Kurtuluş Savaşı, Kıbrıs Barış harekatı, Fırat Kalkanı harekatı, Zeytin Dalı harekatı, terör örgütleri PKK ve FETÖ ile mücadele gibi konularda, Batı medyası her defasında Türkiye’nin çıkarlarının aleyhine konumlandı. Aynı yaklaşım ülkemizdeki askeri darbe dönemleri için de geçerli. Özellikle Türkiye’nin Batı dışı alternatifler arama eğilimine girdiği dönemler ve askeri darbe dönemleri dikkate alınarak Batı medyasındaki içeriklerin izi sürüldüğünde, 27 Mayıs’tan 15 Temmuz’a uzanan çizgide milli iradeyi gasp eden darbecilerin alkışlandığı, toplumun ve onun meşru yöneticilerinin ise eleştirilerin hedefine yerleştirildiği görülür. Time dergisi özelinde yapılacak bir arşiv çalışması bile, Batı medyasının, gazeteciliği siyasi çıkarlarına nasıl alet edebildiğini göstermesi açısından iyi bir örnek oluşturacaktır.
Dergi henüz 1958’de Başbakan Adnan Menderes’in fotoğrafını kapağa taşıyarak giyotine uzanmış bir kafa tasviri yapmıştı. İç sayfada ise “Görev başında olduğu her yıl Menderes daha otoriter oldu. Herkese öfkeyle çıkışıyor ve hapse atıyor” bağlamında cümlelere yer vererek 27 Mayıs darbesi için gerekli desteği vermeye başlamıştı. Darbeden sonraki 27 Mayıs haberinde ise Menderes’ten “otokratik başkan” nitelemesiyle bahsediyordu.
Time, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, darbeci Kenan Evren’i kapağa taşıyarak generalin Türkiye’ye yaşattığı acıları pozitif bir tablo olarak okuyucusuna sunmuştu. Kapaktaki başlıkta kullanılan “Türkiye’yi bir arada tutuyor” ifadesi ABD ile darbeciler arasındaki yakınlığı gösteriyordu. 28 Şubat 1997 postmodern darbesine, ana-akım Türk medyasının yanı sıra Batı medyası da destek vermişti. Refah Partisi iktidara geldiğinde olumsuz yorumlarla süreci haberleştiren Time, darbeden sonra da “Ordu Erbakan’ı sepetledi” yorumuyla memnuniyetini dile getiriyordu. Aynı yaklaşımın 27 Nisan 2007’de, bir grup askerin e-muhtıra vererek sivil siyasete müdahale ettiği dönemde de dergiye hakim olduğu görülüyor. Time 27 Nisan’ı, militan bir laiklik çerçevesinde ele alarak AK Parti’nin laikliğe karşı tehdit oluşturduğu bağlamında aktarmıştı.
15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısına uyarak meydanları dolduran milletin efsanevi direnişiyle püskürtülmüştü. Toplum ilk kez tanklara karşı durarak bir darbeyi “çıplak elleri” ile önlemişti. Sadece Türkiye demokrasisi için değil, dünya demokrasisi açısından da büyük bir anlama sahip olan bu mücadele Batı medyasında, deyim yerindeyse taşlanmıştı. Batılı medya grupları Türk milletini alkışlamak yerine, darbenin gerçekleşememiş olmasına adeta ağıtlar yakmıştı. Time da bunlardan biriydi. “Türkiye’nin en uzun gecesi” manşetiyle çıkan dergi, başlığın altına “Şimdi daha kötüsü olabilir” ifadesini ekleyerek, karamsar duruşunu tehdit potansiyeli barındıran bir içerikle donatmıştı.
Tarihi akış takip edildiğinde, Time dergisinin başarıya ulaşan darbeleri destekleyerek, darbeciler lehine kamuoyu oluşturduğu, fakat 15 Temmuz’da darbecilerin toplum tarafından mağlup edilmesiyle sonuçlanan girişimde ise meşru siyasi hükümetin aleyhinde yayın yaptığı görülüyor.
Avrupalı gazeteciler PKK ideolojisine iliştirilmiş
Zeytin Dalı harekâtı boyunca Batı medyasında takip edilen genel yayın politikası, aslında Batı medyasındaki alışkanlığın yeniden tekerrür etmesinden ibaret. Türkiye haklı olduğu ve toplum desteğini arkasına aldığı bir konuda daha Batı medyası tarafından hedefe konuldu. Genel olarak dört yöntemin takip edildiği görülüyor: Birincisi, PKK-PYD-YPG tarafından servis edilen içeriklerin herhangi bir süzgeçten geçirilmeden habere dönüştürülmesi. İkincisi, Batı kamuoyunda Türkiye’yi zor durumda bırakabilmek için, olmayan veya yapılmayan şeylerin Türkiye adıyla yan yana getirilerek gerçekmiş gibi sunulması. Üçüncüsü Türkiye tarafından yapılan çalışmaların hiçbir şekilde aktarılmaması. Dördüncüsü ise PKK tarafından işlenen savaş suçlarına ve katliamlara haber değeri atfedilmemesi.
Birkaç örnek vermek gerekirse, Türkiye, operasyonun “Kürtlere” değil, PKK'lı teröristlere karşı yapıldığını defalarca açıklamasına rağmen, Batı medyası haber ve köşe yazılarındaki söylemini değiştirmedi. Kürtleri PKK ile özdeş tutmak isteyen toptancı bakış açısı bilinçli olarak sürdürüldü. Operasyonda sivillerin değil teröristlerin hedef alındığını açıklayan Türkiye’nin sahada da buna uygun bir askeri strateji uygulamış olmasına rağmen, Batı medyasında “hedefte sivillerin” bulunduğu ifadesi yoğun şekilde kullanıldı.
Afrin'deki sivillerin sağlık ve gıda ihtiyaçlarının giderilmesi için Türkiye’nin çalışmaları aralıksız devam ederken, Batı medyası çocuk, yaşlı ve kadınların tedavi edilmesi ve ihtiyaç sahiplerine gıda ulaştırılması gibi olumlu haberlere duyarsız kalmayı tercih ediyor. Bu tercih, insani çalışmaların bilinmemesinden değil, görülmek istenmemesinden, hatta yok sayılmasından kaynaklanıyor. Türkiye’nin Afrin genelindeki dayanışma ve kardeşlik çalışmalarını görmezden gelen Batılı gazeteciler, aksine AFP muhabiri tarafından çekilen birkaç enkaz fotoğrafı üzerinden Türkiye'nin Afrin'deki insani ve vicdani zaferi aleyhine kamuoyu oluşturmayı sürdürüyor.
Örneğin, Afrin operasyonunda köylerin özgürleştirilmesiyle eşzamanlı olarak kamuoyuna yansıyan bir haberde, bölgeden sürülen bazı ÖSÖ üyeleri aileleriyle buluşuyordu. Görüntülerde anneler, çocuklar ve babalar yıllar sonra birbirlerine kavuşabilmenin sevinciyle ağlıyorlardı. Bir başka örnek ise PKK zorbalığından dolayı köylerinden çıkmak zorunda kalan ÖSÖ üyelerinin, köylerine kavuştuklarında ağlayarak yere eğilmesi ve toprağı öpmesiydi. Bu tür olayların neredeyse hiçbiri, kendi bağlamlarında Batı medyasında habere dönüşmedi; yok sayıldılar.
Benzer şekilde, iki sene önce PKK tarafından katledilerek cesetleri bir kamyonunun kasasında Afrin sokaklarında teşhir edilen ÖSÖ üyelerine ait “toplu mezarın” bulunması da Batı medyası için haber değeri taşımıyordu. Ne toplu infazdan bahsedildi ne de savaş suçundan. Sivillerin Afrin’den çıkmasını engelleyerek onları canlı kalkan olarak kullanmak isteyen PKK’lıların cinayetleri, yol kesmeleri ve araçları yakarak işlediği savaş suçları da kendi bağlamında habere dönüşmedi Batı medyasında. “Bölge uzmanı” sıfatıyla Suriye’den geçtikleri haber ve fotoğraflarla Batı medyasındaki Türkiye karşıtlarına bolca malzeme sunan gazeteciler, PKK’nın toplu mezarına yönelik eleştirel bir tavır takınmaktan kaçındılar. Türkiye’nin “sivil katliamı” yaptığına veya mültecilere kötü davrandığına dair yalanları haber olarak servis eden bu “uzman”ların tavırlarının arkasında, PKK ile aralarındaki mesafenin artık kaybolmuş olması bulunuyor. Maalesef, gerçeklerin algılara kurban edildiği böylesi bir gazetecilik anlayışı, PKK ideolojisine iliştirilmiş vaziyetteki Batı medyasının neredeyse tamamı için geçerli.
Manşet büyükse kurgunun etkisi artar diye düşünüyorlar
Dezenformasyona örnek oluşturan yüzlerce vakadan biri olan “hastane” haberini de burada hatırlamakta fayda var. 17 Mart’ta PKK-PYD tarafından servis edilen görüntülerde, Türkiye’nin Afrin’de bir hastaneyi vurduğu ve pek çok sivilin öldüğü iddia ediliyordu. Aralarında AFP, AP, CNN ve BBC’nin de yer aldığı pek çok küresel medya kuruluşu bu içerikleri hem sosyal medya hesabında paylaştı hem de abonelerine “Türkiye’nin sivilleri öldürdüğü” iddiasıyla servis etti. Türk Silahlı Kuvvetleri kısa süre sonra insansız hava aracı İHA tarafından çekilen yeni görüntüleri medyayla paylaşarak hastanenin sağlam olduğunu somut bir şekilde kanıtladı. PKK tarafından servis edilen görüntülerdeki yanmış ve yıkılmış bina görüntülerinin eski tarihli farklı olaylardan alındığı da kısa sürede ortaya çıkarıldı. Türkiye’nin hastaneyi vurduğu yönündeki manipülasyon amaçlı içeriği “haber” olarak yayınlayan medya kuruluşlarının, Türkiye tarafından yayınlanan gerçek görüntüleri de, gazeteciliğin evrensel etik kuralları gereği, aynı güçlü içeriklerle ve son dakika koduyla aktarmış olması gerekirdi. Fakat daha önce de onlarca kez şahit olduğumuz gibi, böyle bir şey yapılmadı. Türkiye tarafından yapılan, somut verilere dayalı açıklamalara Batı medyasının başından beri kör-sağır kalması, buna karşın PKK-PYD tarafından yayınlanan iddialara gerçek muamelesi yapması, hatta çoğu zaman daha ileri giderek bölgedeki muhabirleri aracılığı doğrudan kendilerinin fabrikasyon haber üretimine başvurması, gazetecilik adına ibret vericidir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin milli meselelerinde ve milli iradenin yok sayıldığı darbe dönemlerinde, Batı medyası tarafından tabiri caizse linçe tabi tutulduğu aşikardır. Afrin operasyonu esnasında batı medyasında yazılıp çizilen onlarca propaganda metni, bu nedenle Türkiye kamuoyu için şaşırtıcı olmadı. Arşivde yapılan arkeolojik kazı, Türkiye konusunda önyargıların geçmişe dayalı olduğunu gösteriyor. Mevcut durum da bir ölçüde bunun bir tezahürü niteliğinde. Bu yüzden, Batı medyası sadece Türkiye’ye karşı çifte standart uygulayarak ikiyüzlü davranması nedeniyle değil, aynı zamanda “yorum” ile “haberi” karıştırması, “haber” ile “propagandayı” karıştırması, gazetecilikle militanlığı karıştırması, nesnel değil öznel davranması, olaylar arasında çatışan taraflara göre ayrım yapması, tarafsızlığı reddederek PKK gibi yapılara angaje olması gibi nedenlerle, gazetecilik adına çok kötü bir sınav vererek kayıtlara geçti.
İlginizi Çekebilir