© © 2024 S-B-E Ltd

Irak'ın işgali: Komplikasyonlar ve yeni yaralar

AA - ABD işgalinden önce en birikimli Arap ülkelerinden olan Irak, işgal döneminde ciddi tahribat yaşadı, sosyal dokusu bozuldu, siyasi sahnesi kutuplaştı, çarpık bir hale geldi ve kültürel anlamda geriledi.

İSTANBUL - Ahmet Uysal

2001’de gerçekleşen 11 Eylül saldırılarından sonra, ABD yönetimi terörizmle savaş, “demokrasi ihracı” ve halkları “özgürleştirme” bahanesiyle önce Afganistan’ı, sonra da Irak’ı işgal etmeye karar verdi. Hem olayın vahameti ve hem de El Kaide-Afganistan bağlantısı yüzünden Afganistan’ın işgaline kimse itiraz edemese de, Irak’ın işgali konusunda ABD’ye küresel çapta itirazlar gelmişti. Bush yönetiminin iddiasına göre, Irak yönetimi kitle imha silahlarına sahipti ve Irak’ta El Kaide'yi barındırıyordu. Fakat bu konuda sunduğu deliller inandırıcı değildi. Irak’a “demokrasi getirmek”, terörizmi bitirmek ve kitle imha silahlarını yok etmek olarak açıklanan amaçlara, ne ABD kamuoyu ne de dünya kamuoyu ikna olmuştu.

ABD dahil birçok ülkede savaş karşıtı büyük gösteriler yapılsa da, ABD’nin neo-con yönetimi işgal konusunda çok kararlıydı. Oysa İngiltere hariç Avrupa’dan güçlü bir siyasi destek de bulamamıştı. Bu dönemde işbaşına yeni gelen AK Parti’nin çoğunluğu oluşturduğu TBMM, Irak’ın işgali için Türkiye topraklarının kullanılmasına izin vermedi (bu durum ileriki dönemde Türkiye’nin güçlendikçe bağımsız dış politika izleyeceğinin de bir sinyaliydi). Bu yüzden ABD orduları, Irak’a Sünni Arap ülkelerinden girmek zorunda kaldı. Bush yönetimi, ABD Kongresi’nden aldığı yetkiye dayanarak ve zayıf bir uluslararası koalisyon desteğiyle Irak’ı işgal etti ve hem ülkede hem de Ortadoğu’da Pandora’nın kutusunu açmış oldu.

Irak’ın işgalinde bazı yeni hususlar dikkat çekmişti. 11 Eylül saldırılarıyla oluşan “şahin” ortamdan ve yanlış istihbarat raporlarından etkilenen Demokrat Parti üyeleri de işgale destek vermişti. Ayrıca işgal sürecinde, işgal askerlerinin arasında ilk kez iliştirilmiş (embedded) medya mensupları dikkat çekmişti. Bush yönetimini ayrıca dışarda yaşayan Kürt, Arap, Şii muhaliflerin yanlış yönlendirdiği de söylenebilir. Çünkü dışarıdaki muhaliflerin Irak’ı iyi bilmedikleri ve toplumda pek karşılıklarının olmadığı daha sonra ortaya çıkmıştı.

Irak Savaşı’nın işgalcilere de maliyeti yüksek olmuştu. Sekiz yıl süren savaşın, ABD'ye ekonomik maliyetinin 2 trilyon doları bulduğu ve bu yüzden ülke ekonomisinin krize girerek bütün dünyada ekonomik krizi tetiklediği biliniyor. ABD ordusunda toplam 4 bin 500 can kaybı yaşanmıştı. Yaralılar, savaşan askerlerde sıkça ortaya çıkan psikolojik rahatsızlıklar ve ailelerin yaşadığı travmalar hesaba katıldığında, faturanın çok daha kabarık olduğu görülebilir. BBC’ye göre, Irak savaşı İngiltere’ye 10 milyar sterline mal oldu ve İngiltere 180 askerini kaybetti. Fakat aşağıda göstereceğimiz gibi, işgalin asıl faturasını Irak halkı ödedi ve hâlâ ödüyor.

Temel hatalar

Irak’ın işgalinde, ABD ve müttefikleri, etkileri bugüne kadar süren ciddi hatalar yaptı. Bunların başında alternatifi oluşturulmadan Irak ordusunun lağvedilmesi gelir (2003). Sivil hakim Paul Bremer'in aldığı kararla toplumun yüzde 10’nunu oluşturan ordu mensupları işsiz kaldığı gibi, ciddi bir güvenlik boşluğu da oluşmuştu. İşsiz kalan ve dışlanan ordu mensupları, daha sonraları El Kaide ve DEAŞ’a ciddi ölçekte malzeme taşımışlardı. Ayrı boşluktan doğan yağmalamalar, çetecilik ve keyfilik de eklenince, ordunun lağvedilmesinin ciddi bir hata olduğu görülebilir.

Diğer bir hata ise Ebu Gureyb hapishanesiydi (2004). Ebu Gureyb ABD’nin özgürlük ve demokrasi vaadinin tersine, Irak halkına ve muhaliflere yapılan işkencelerin sembolü olmuştu. Buradaki ihlalleri ve haksızlıkları yapan ABD’li askerlerden ciddi şekilde hesap sorulmamış, bu hadise Irak’ın işgalinin kötü hatıralarından biri olarak hafızalarda yer etmişti.

Irak’ın siyasal dağınıklığının en önemli nedenlerinden biri de çarpık bir anayasa oluşturulması (2005). Anayasa dengesiz bir federal sistem öngörerek ülkeyi etnik ve mezhepsel temelde bölmüştü. Anayasaya göre sadece Kürt bölgesi özerk kılınarak devlet içinde devlet olmaya doğru ilerlemişti. Şii-Kürt işbirliğiyle Baas karşıtlığı üzerinden Sünni Arapların dışlanması sağlanırken, Maliki döneminde bu işbirliği de bozulmuş ve ciddi bir ayrışma yaşanmıştı. Bu durum 2017 yılında Barzani’nin bağımsızlık referandumu girişimiyle sonuçlanmış ve bölgede zaten karışık olan ilişkiler ve dengeler daha da karmaşıklaşmıştı. Anayasa’nın 140. maddesi bölge ve illerin sınırlarının çiziminde sorunları çözmeyerek ileriki tarihe bırakmış ve bu durum Kuzey Irak ile merkezi hükümet arasında ayrı bir sürtüşme konusu olmuştu.

Saddam döneminde dengesiz bir yapı olsa da mezhep savaşı yaşanmıyordu. Ancak 2006 yılında Samarra şehrinde asker kılığındaki kişilerin Şiilerin özel önem verdiği El-Askeri türbesini bombalaması büyük bir mezhep savaşı başlattı. Özellikle Güney bölgelerindeki Şii yoğunluklu illerdeki Sünni mahallelere karşı ciddi saldırılar yapıldı. Sadece Bağdat’ta 168 Sünni mescidin yakıldığı veya yıkıldığı biliniyor. Kontrolden çıkan iç savaş karşısında ABD’nin seyirci kaldığı ve önlem almak için uğraşmadığı görülmüştü. BM raporuna göre, bu mezhep savaşında 34 bin sivil hayatını kaybetmiş ve 471 bin kişi yerlerinden çıkarılmıştı.

Maliki'nin payı çok büyük

Irak’ın bugünkü halinin ortaya çıkışında eski başbakan Nuri El-Maliki’nin büyük payı olmuştu. 2006’da Şii Davet Partisi’nden başbakan olan Maliki, ABD’nin desteğiyle Irak’ta İran’ın etkisini artıran politikalar uygulamıştı. 2010 yılında yapılan milletvekilleri seçimlerinde, 91 vekil kazanan Allawi’nin Irakiye Listesi’nin arkasından 89 sandalyeyle ikinci gelmesine rağmen, ordudaki ve yargıdaki gücünü kullanarak koltuğu bırakmamıştı. Bir tür yumuşak darbe sayılabilecek gelişmede, özellikle İran’ın desteği ve ABD’nin rıza göstermesi önemli rol oynamıştı. Bu dönemde Maliki hükümeti rakiplerini saf dışı etmeye yöneldi. Allavi’nin zayıflatılması ve başkan yardımcı Haşimi gibi Sünni liderlerin dışlanması, bu çerçevede görülebilecek gelişmelerdi.

Hükümetin kuruluşunda prensipler yerine gücün etkili olmasından da anlaşılacağı gibi, demokratik sürecin oturmadığı Irak’ta 2011’de patlayan Arap isyanları yeni bir karışıklık doğurdu. Baas’tan arındırma gerekçesiyle dışlanan, baskı gören ve keyfi tutuklamalara maruz kalan 6 Sünni vilayette büyük gösteriler düzenlendi. Maliki kontrolündeki Irak ordusu, barışçıl gösterilere sert şekilde müdahale ederek gösteri alanlarını dağıttı ve göstericilerin çadırlarını yaktı. Sünni bölgelerde 2006’daki mezhep savaşını andıran gergin bir ortam oluştu.

Irak işgalinin getirdiği büyük maddi ve insani maliyete karşı seçim vaatleriyle başa gelen Obama yönetimi, başarısız olunan Irak’tan güvenli bir çıkış planı yapmadan, 2011 yılında çekilmeye karar verdi. ABD çekilirken ülkede işgale gerekçe gösterilen kitle imha silahları da El Kaide de bulunamamıştı. Ancak işgal sonrasında yaşanan kargaşa ortamında, El Kaide Irak’a ulaşmış ve Sünni gruplara yönelik dışlama ve diğer yanlış politikalar nedeniyle ülkede oluşan radikalleşmeden yararlanmıştı. Irak’tan çekilen ABD yönetiminin bozulan sosyal, ekonomik ve siyasal yapının düzeltilmesi hakkında da pek bir fikri ve planı olmadığı görülmüştü. ABD çekildikten sonra, ülkede İran’ın etkisi daha da arttı.

Suriye’de başlayan isyanlar Esed rejimini sıkıntıya sokunca İran, mezhepçi ve bölgesel stratejileri gereği vekilleri ve müttefikleriyle Suriye’de Esed rejimini destekledi. İran etkisi altındaki Maliki yönetimi daha önce sürtüşme yaşadığı Esed’e destek olmaya başladı. Bu süreçte Suriye’deki halk isyanlarını destekleyen Türkiye ve Barzani ile merkezi Irak hükümetinin arası da açıldı. Maliki döneminde İran etkisinde bir dış politikanın benimsendiği, mezhepçiliğin ve dışlayıcılığın hakim olduğu Irak, şiddet sarmalından kurtulup istikrar bulamadı.

Tohumları ABD işgalindeki Irak hapishanelerinde atılan DEAŞ sürpriz bir şekilde ortaya çıkarak, içeriden ve dışarıdan binlerce terörist toplayarak hızla yayılmaya başladı. Suriye iç savaşı ve Irak’taki Sünnilerin dışlanması sebebiyle alanda bir ciddi destek bulan DEAŞ, iki ülke arasındaki sınırları iptal ederek geniş bir alana hakim oldu. Irak’a doğru yayılırken, Maliki yönetimindeki silahlı kuvvetlerin kontrolündeki Musul şehrinin çatışma olmadan DEAŞ’a teslim edilmesi, ülkede büyük bir şok meydana getirdi. Bu olayı siyasi koz olarak kullanmak isteyen Maliki, olayın beklediğinden daha çok büyümesi yüzünden başbakanlık koltuğunu kaybetti. Böyle büyük bir fiyaskonun nasıl gerçekleştiğinin hesabı halen sorulmuş değil.

Haşdi Şabi: Sistani'nin fetvası ve İran'ın desteği

Petrol bölgesi Musul’un kaybedilmesi ve DEAŞ’ın Bağdat’a yürümesi, ülkedeki etkisi sorgulanmaya başlayan İran’ın elini tekrar güçlendirdi. DEAŞ’a karşı mücadelede yardım etmesi hem Irak’ta hem de Suriye’de İran’ın varlığını meşrulaştırdı. İran desteği ve Sistani fetvası ile kurulan Haşdi Şâbi grupları, Irak ordusunun yerine DEAŞ ile mücadeleye girişti. Maaşlarını Irak hazinesinden alsalar da genel olarak İran Devrim Muhafızları’na bağlı olan bu grupların, DEAŞ ile mücadele ederken Sünnilere karşı yaptıkları taşkınlık ülkedeki mezhep gerilimini artırdı. Obama yönetiminin İran ile normalleşme çabaları da bu süreçte İran’ın Irak’taki etkisini destekleyen bir etki oluşturdu.

Irak işgalinin yanlışlığını ortaya koyan resmi raporlardan birisi İngiltere’de yayınlayan Lord Chilcot’un raporu (2016). Bu rapor özellikle Blair hükümetinin Irak işgaline haksız olarak katıldığını göstermişti: (a) İşgalin yasal temelinin sorunlu olduğu, (b) istihbarat raporlarının kusurlu olduğu, (c) askeri operasyonun son seçenek olmadığı, (d) işgal sonrası için ciddi bir planlama ve hazırlık yapılmadığını ortaya koymuştu. Tony Blair, işgal hazırlıkların yetersizliği ve ortaya çıkan zararlar konusunda özür dilemişse de genel olarak yanlış yaptığını kabul etmemişti.

DEAŞ kaosundan sonra Barzani referandumu ülkedeki kaosu artırsa da, Türkiye, İran ve Irak hükümetlerinin işbirliğiyle bu proje boşa çıkarılmış ve Türkiye ile Irak hükümeti arasında yeni bir yakınlaşma fırsatı doğdu. İbadi hükümetinin daha dengeli politikalarıyla ülke mezhepçilik sarmalından çıkmaya başladı. Irak’ın yeniden inşası için Kuveyt’te yapılan kongrede verdiği 5 milyar dolarlık kredi sözüyle Türkiye ciddi bir katkı sağlayacak. İran da benzer bir katkıda bulunacağını açıkladı. Ancak Irak’ın işgaline 2 trilyon dolar harcayan ABD, ülkenin yeniden inşası için maddi destek vermedi. 2018 Mayıs ayında yapılacak parlamento seçimleri, ülkede demokrasinin yerleşip yerleşmediğini ve ülke halkının birlikte yaşama iradesini ortaya koyacak.

İşgalin etkileri

Dünya çapında savaş karşıtı protestoların ortaya koyduğu demokratik tepki, Irak’a demokrasi getirme gerekçesiyle hareket ettiğini iddia eden Bush yönetimi tarafından dikkate alınmadı. ABD işgalinden önce askeri, siyasi ve entelektüel olarak en birikimli Arap ülkelerinden biri olan Irak, işgal döneminde ciddi tahribat yaşadı, sosyal dokusu bozuldu, demografik yapısı değişti, ekonomik altyapısı ve hizmet sistemi dağıldı, siyasi sahnesi kutuplaştı, çarpık bir hale geldi ve kültürel anlamda geriledi. İşgal esnasında müzeleri yağmalanan Irak, ciddi boyuttaki tarihi eser kaçakçılığıyla kültürel tahribata uğradı ki bunun telafisi de zordur.

Etkileri günümüze kadar süren Irak müdahalesinin hem işgalciye hem de Irak’a maliyeti çok yüksek oldu. İşgal sonunda Irak’taki can kayıplarının (çoğunluğu sivil olmak üzere) bir milyona yaklaştığı tahmin ediliyor. Bush yönetiminin vaat ettiği şekilde Irak’a demokrasi ya da özgürlük gelmedi. Petrol zengini ülkede eski sistemik hastalıklar kaybolmadı: Yolsuzluk, hizmet eksikliği, yoksulluk, mezhepçilik devam etti. Savaş sonunda hem ABD’nin hem de Körfez ülkelerinin beklentisinin tersine, ülkede ve bölgede İran nüfuzunun önü açıldı. İran Irak'ta etkili olmasaydı, Esed rejimini bu kadar kolay destekleyemezdi.

Yüksek maliyet, ABD ekonomisini krize soktu

Irak savaşının yüksek maliyeti yüzünden ABD ekonomisi ekonomik krize sürüklendi ve bu yüzden dünya ekonomileri sarsıldı. Irak savaşı ABD’nin iç siyasi dengelerini de sarstı. Maceracı G. Bush’un iki dönemlik yönetiminden sonra, ABD’de bir ilk yaşanarak bir siyahi başkan seçildi: Barack Obama. Ancak Irak savaşının bagajı altında, demokrasi ihracı fikrine uzak duran Obama, Suriye, Irak, Yemen, Mısır, Libya’daki Arap isyanlarında demokratik süreçleri desteklemekten imtina etti. Bu savrulma sonucunda Trump gibi alışılmadık bir figür ABD başkanı oldu.

2017 yılında Barzani’nin Kuzey Irak'taki bağımsızlık denemesi, ülkedeki Arap-Kürt tansiyonu artırsa da, bu projenin başarısızlığa uğramasından sonra, vatandaşlık bazlı Iraklı kimliğinin yeniden canlandırılması ön plana çıkıyor. DEAŞ sonrası dönemde, ABD terörle mücadele gerekçesiyle Irak’ta varlığını sürdürüyor. Bugün Irak’ta 5 bin 200 ABD askeri olduğu biliniyor. 450 adet danışmanın görev yaptığı dikkate alındığında, ABD’nin Irak’ı terk ettiği söylenemez. Özellikle Trump döneminde, ülkede İran’ın etkinliğini azaltma çabalarına hız veriliyor.

Irak işgali, önemli ticaret ortaklarımızdan biri olan Irak’ı bir kez daha istikrarsızlığa sürükleyerek Türkiye’yi de olumsuz şekilde etkiledi. DEAŞ'ın bölgeye getirdiği kaos, DEAŞ ile mücadele bahanesiyle PKK terörünün desteklenmesi ve etkinliğini artırması Türkiye’ye zarar verdi. Türkiye ise Barzani’nin referandum girişiminden sonra Irak merkezi hükümetiyle yeni bir sayfa açtı ve birçok konuda işbirliği fikri öne çıkmaya başladı. Türkiye referandumdaki tavrı yüzünden Barzani yönetimine tepki gösterse de ilişkilerini tamamen koparmadı. Çünkü daha büyük bir problem olan PKK-PYD ile Suriye ve Irak’ta mücadele ediyor ve KYB ve Goran'a göre Barzani yönetimi ve tabanı Türkiye’ye daha yakın.

Irak işgali başarısız olmuştur; çünkü Ortadoğu ülkelerinde görülen yaygın sorunlar fazlasıyla devam etmektedir. Demokrasi ise hem dış müdahale hem mezhepçilik, etnik kimlik ve aşiretçilik nedeniyle zayıf kalmıştır. Ülkede demokrasinin eksik olduğuna en güzel örnek, 2010’daki seçimde ikinci gelen Maliki’nin koltuğu birinciye bırakmaması ve 2014’te ise seçimden birinci çıkmasına rağmen koltuğunu kaybetmesidir. Önümüzdeki Mayıs ayında yapılacak seçimlerde, ülkede ciddi nüfuzu olan İran ile onun karşısında daha çok ekonomik ve siyasi güç kullanarak yer alan ABD ve Körfez ülkelerinin konumu test edilmiş olacak. Seçimlerde ortaya çıkacak sonuç, ülkenin ve bölgenin geleceği açısından kritik önem taşıyor.

[Prof. Dr. Ahmet Uysal Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi'nin (ORSAM) başkanıdır]

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER