İSTANBUL - EMRE ERŞEN
Türk dış politikası açısından oldukça hareketli geçen 2017 yılı Türkiye-Rusya ilişkilerinin gelişimi bakımından da dikkat çekici gelişmelere sahne oldu. İki ülke bir taraftan Suriye’deki krizin çözümü için stratejik işbirliğini derinleştirmeye çalışırken, diğer taraftan da siyasi ve ekonomik ilişkilerini güçlendirmek için önemli adımlar attılar. Nitekim sadece 2017 yılı içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile çeşitli vesilelerle tam yedi kez biraraya gelmiş olması da Ankara ve Moskova’nın Kasım 2015’te yaşanan uçak düşürme hadisesini arkalarında bıraktığına işaret ediyor. Ancak iki ülke arasındaki ilişkilerin mevcut durumunu gerçekçi bir şekilde tahlil edebilmek için yakınlaşma sürecine katkıda bulunan işbirliği konuları kadar bu sürecin geleceğini olumsuz etkileyebilecek bazı sorun alanlarını da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Suriye krizi ve Ortadoğu sorunları
Son birkaç senede olduğu gibi 2017’de de Suriye’de yaşanan gelişmeler Türkiye-Rusya ilişkilerinin ana gündemini oluşturmaya devam etti. İki ülkenin İran’ı da yanlarına alarak 2016’nın sonunda başlattıkları Astana barış görüşmeleri bu açıdan oldukça önemli bir rol oynadı. Nitekim Suriye’deki krizin çözümü konusunda aralarında belirgin görüş ayrılıkları olmasına rağmen Ankara, Moskova ve Tahran yıl içinde sekiz kez düzenlenen Astana görüşmeleri süreci sayesinde önemli adımlar atmayı başardılar.
Özellikle mayıs ayında Suriye’de tesis edilen dört çatışmasızlık bölgesi 2016’nın sonunda üç ülkenin öncülüğünde ilan edilmiş olan ateşkesin büyük ölçüde korunmasına ve bu şekilde sahadaki tüm aktörlerin DEAŞ’la mücadeleye yoğunlaşmasına yardımcı oldu. Bu sürecin ardından Suriye’de siyasi çözümün başarıya ulaşması için uygun koşulların ortaya çıkması üzerine ise kasım ayında üç ülkenin devlet başkanları Soçi’de biraraya gelerek bir sonraki aşamaya geçmeye karar verdiler.
Suriye meselesinin 2018 yılında da Ankara ve Moskova arasındaki ilişkilerin genel seyrine yön vereceği anlaşılıyor. Halihazırda iki ülke arasında bu konuda oldukça yakın bir siyasi ve askeri diyalog bulunuyor. Ancak bu diyalog bugüne kadar PYD/YPG’nin durumu ve Esed’in siyasi geleceği gibi çetrefilli konularda Ankara ve Moskova arasında bir uzlaşma sağlanması için yeterli olmadı.
Nitekim Rusya son olarak Türkiye’nin sert tepkisi nedeniyle şubat ayı sonunda Soçi’de toplanması beklenen Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ne PYD/YPG temsilcilerinin katılmayacağını açıklamış olsa da bu örgütle ilişkilerini Ankara’nın itirazlarına rağmen sürdürüyor. Örneğin Şubat 2016’da Moskova’da açılan PYD ofisi hala kapatılmadığı gibi Rusya’nın sene başında açıkladığı Suriye anayasa taslağında da Kürtler için “kültürel özerklik” öneriliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Esed’in bir terörist olduğunu ve kendisiyle yola devam etmenin mümkün olmadığını söylemesi ise Esed’in geleceği konusunda da Ankara ve Moskova arasındaki derin fikir ayrılıklarının henüz giderilemediğini gösteriyor.
Türkiye ve Rusya’nın Suriye meselesi dışındaki Ortadoğu sorunlarında da tam bir uyum içinde hareket ettiklerini söylemek pek mümkün değil. Rusya’nın Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumu ve ABD’nin Kudüs kararı gibi Ankara’nın sert tepkilerine neden olan bazı önemli gelişmelerde çok daha yumuşak bir tutum sergilediğini özellikle not etmek gerekiyor. Moskova’nın tartışmalı bağımsızlık referandumunun hemen sonrasında Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile önemli enerji anlaşmaları yapması da bu açıdan oldukça dikkat çekiciydi.
Rusya bu sene içinde ayrıca Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan’la siyasi ve ekonomik ilişkilerini geliştirmek için de önemli adımlar attı. Hatta zaman zaman Türkiye ve İran’la yürüttüğü Astana sürecinden ayrı olarak Ortadoğu konusunda ABD ile bazı pazarlıklar yürüttüğü haberleri de sık sık medyaya yansıdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Temmuz’daki G-20 zirvesinde görüşen Putin ve Trump’ın Suriye’yle ilgili açıklamalarını eleştirmesini de esasen bu kapsamda değerlendirmek mümkün.
Tüm bu karmaşık dengeler Şubat’ta başlaması beklenen ve Suriye’de siyasi çözüm için oldukça önemli bir aşamayı temsil eden Soçi sürecinin başarıya ulaşmasını engelleyebilir. Nitekim daha birkaç ay önce çatışmasızlık bölgesi olarak ilan edilen İdlib’de geçen hafta Rusya ve Esed rejiminin muhaliflere karşı ağır saldırılara girişmesi Ankara’da tepki yarattı. Moskova ise Türkiye’nin PYD/YPG ile mücadele kapsamında Afrin’e yapmak istediği askeri operasyona uzun süredir yeşil ışık yakmıyor. Bu sorunların yeni yılda da Türkiye-Rusya ilişkilerinin gündeminde en üst sıralarda yer alması şaşırtıcı olmayacak.
Batı’yla ilişkiler ve S-400 meselesi
Suriye’deki işbirliği dışında Türkiye-Rusya ilişkilerine ivme kazandıran en önemli faktör ise her iki ülkenin de ABD ve AB ülkeleriyle ciddi sorunlar yaşamaları. Aslında hem Ankara hem de Moskova Donald Trump’ın başkan seçilmesinden sonra Washington ile yeni bir başlangıç yapmayı ümit ediyorlardı. Ancak Trump’ın iç siyasette yaşadığı sıkıntılar nedeniyle uluslararası alanda ABD Kongresi ve Savunma Bakanlığı gibi aktörlerden bağımsız bir politika izlemesinin pek de kolay olmayacağı artık her iki ülke tarafından da anlaşılmış durumda.
Türkiye açısından Washington’un PYD/YPG’ye verdiği silah desteğinin verilen tüm taahhütlere rağmen bir türlü kesilmemesi ve Gülen’in iadesi konusunda Amerikan yönetiminin adım atmaya yanaşmaması gibi önemli meselelere son dönemde Zarrab davası ve Kudüs meselesi gibi yeni sorunlar da eklendi. Geçtiğimiz yıl içinde iki ülke arasında patlak veren vize krizi de Ankara-Washington hattındaki gerilimin ulaştığı boyutu gözler önüne seriyor. Öte yandan Türkiye’deki referandum sürecinde bazı AB ülkeleriyle yaşanan gerginlikler ve Norveç’te yapılan bir NATO tatbikatında yaşanan skandal gibi gelişmeler de Türk kamuoyunda Batı ile ilişkilerin ciddi biçimde sorgulanmasına yol açmış durumda.
Rusya ise 2014’ten bu yana Ukrayna ve Kırım krizleri sonrasında uygulanmaya başlayan Batı yaptırımlarıyla karşı karşıya. Moskova’nın Amerikan başkanlık seçimlerine müdahale ettiği iddiaları nedeniyle Trump yönetiminin Kongre karşısında oldukça zor günler geçirdiği de düşünülecek olduğunda Rusya-ABD ilişkilerinde yakın zamanda bir düzelme beklememek gerek. Öte yandan NATO da halihazırda Rusya’nın Doğu Avrupa ve Karadeniz’de güçlenen askeri varlığına karşı çeşitli önlemler almaya çalışıyor. Böyle bir ortamda Rusya’nın Batılı müttefikleriyle sorunlar yaşayan Türkiye’yle ilişkilerini geliştirmeye çalışması şaşırtıcı değil.
2017 içinde hız kazanan S-400 tartışmasını da bu bağlamda değerlendirmek mümkün. Türkiye Rusya’nın gelişmiş S-400 füze savunma sistemini satın alarak bir taraftan acil güvenlik ihtiyaçlarını karşılamayı hedeflerken, diğer taraftan da stratejik olarak Batı’ya alternatifsiz olmadığı mesajını vermeye çalışıyor. Rusya ise Çin’den sonra S-400 satış anlaşması yaptığı ikinci ülkenin bir NATO üyesi olmasından memnun gibi görünüyor. Üstelik Türkiye’yle yürüttüğü S-400 müzakerelerinin medyaya yansımasından sonra Suudi Arabistan, Mısır ve İran gibi ülkeler de bu sistemi satın almak için Rusya’yla görüşmeye başladılar. Bu durumun Moskova’nın oldukça kârlı Ortadoğu silah pazarındaki elini de ciddi biçimde güçlendirdiği söylenebilir.
2017’nin son günlerinde detayları açıklanan S-400 anlaşmasının yarattığı rahatsızlık yıl içinde NATO ve ABD yetkililerinin demeçlerine de yansıdı. Ancak Türkiye'nin ısrarlarına karşın Moskova’nın teknoloji transferi ve ortak üretim konusundaki tavrına özellikle dikkat çekmek gerekiyor. Bu noktada Türkiye’nin yine bu yıl içinde Fransa-İtalya ortaklığındaki EUROSAM şirketiyle milli bir hava savunma sistemi geliştirmek amacıyla ayrı bir anlaşma yaptığını da unutmamak lazım. Bu durum da aslında Ankara’nın tüm “eksen kayması” iddialarına karşın bu konuda bir denge politikası izlemeye çalıştığını gösteriyor.
Ekonomik ilişkiler
Kasım 2015’te yaşanan uçak krizi Türkiye’nin Rusya ile ekonomik ilişkilerine büyük bir darbe vurmuştu. Krizin çözülmesinden sonra atılan karşılıklı adımlar sayesinde iki ülke arasındaki ticaret hacmi 2017 Kasım ayı verilerine göre 20 milyar doların üstüne çıktı. Bu yıl içinde Türkiye’yi ziyaret eden Rus turistlerin sayısı da yine Kasım ayı itibarıyla 4 milyon 650 bini geçerek rekor kırdı. Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerinin belkemiğini oluşturan enerji alanında ise Gazprom’un Türkiye’ye sattığı doğalgaz miktarında yüzde 19 oranında artış gerçekleşirken iki ülkeyi Karadeniz’in altından birbirine bağlayacak olan “Türk Akımı” doğalgaz boru hattının inşaatı da Türkiye’nin münhasır ekonomi bölgesine ulaşmış durumda.
Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerinde arzu edilen ivme yakalanabilmiş değil. İki ülke arasındaki ticaret hacmi hedefinin 100 milyar dolar olduğu düşünüldüğünde bu alanda çok daha ciddi adımlar atılması gerektiği ortada. Ne var ki Putin yönetiminin Türkiye’yle ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi konusunda oldukça temkinli bir tavır içinde olduğu görülüyor. Nitekim Rusya Türkiye’den tarım ürünleri ithalatı üzerindeki yaptırımları kaldırdığını açıklamış olmasına rağmen domates ithalatı konusunda hala ton ve firma sınırlaması uygulamaya devam ediyor. Moskova’nın ayrıca Türkiye’yle vizelerin yeniden kaldırılması konusunda da pek istekli olmadığı anlaşılıyor.
Türkiye’nin orta ve uzun vadedeki enerji ihtiyacı açısından oldukça önemli bir proje olan Akkuyu nükleer santraliyle ilgili sorunlar da tam olarak giderilebilmiş değil. Rusya’nın projenin finansmanı için kaynak ayıramayacağının anlaşılması üzerine hisselerin yüzde 49’unun Haziran ayında Cengiz-Kolin-Kalyon ortaklığına devredilmesi konusunda yapılan anlaşmaya rağmen hisse devri henüz gerçekleşmedi. Ayrıca santralin lisansının da ancak bu sene içinde çıkarılabileceği ifade ediliyor. Bu tür sorunlar projenin hedeflenen tarih olan 2023’te hizmete girmesini zora sokabilir.
Öte yandan Kasım 2015’te yaşanan uçak krizinin de gösterdiği gibi Ankara ve Moskova arasındaki bölgesel anlaşmazlıkların ekonomik ilişkiler üzerinde de yıkıcı etkiler yaratma potansiyeli var. Halihazırda iki ülkenin Suriye dışında Ukrayna, Kırım ve Kafkasya gibi bölgesel meselelerle ilgili olarak da önemli görüş farklılıklarına sahip oldukları düşünüldüğünde bu sorunların ikili ilişkilere zarar vermemesi için azami dikkat göstermeleri gerekiyor. Türkiye ve Rusya arasındaki yakınlaşma sürecinin seyrini etkileyecek olan bir başka önemli faktör ise iki ülkenin önümüzdeki dönemde ABD ve AB ile ilişkilerinde meydana gelmesi olası değişimler. Ankara’nın özellikle Suriye meselesindeki çıkarlarını korumak açısından önümüzdeki dönemde Moskova-Washington hattındaki gelişmeleri yakından takip etmesinin çok önemli olduğu söylenebilir.
[Doç. Dr. Emre Erşen Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde görev yapmaktadır. Uzmanlık alanı Rus dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri ve Avrasya jeopolitiğidir.]
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Yorum Yazın