ANALIZ- Avrupa Polis Teşkilatı Europol tarafından her yıl yayınlanan Terörizm Durumu ve Trendi Raporu Haziran 2020 itibarıyla yayınlandı. Rapor toplam 13 Avrupa Birliği (AB) ülkesinden derlenen istihbarî bilgilere istinaden, tek fail tarafından 119 siyasal şiddet olayını din istismarı, etnik-milliyetçilik ve ayrılıkçılık, aşırı sol ve anarşizm ve aşırı sağ terörizmi kategorileri altında toplamış. Bu kategoriler içerisinde etnik-milliyetçi ve ayrılıkçı terör örgütleri AB ülkelerinde 2019 yılında gerçekleşen 57, aşırı sol ve anarşist gruplar ise 26 terör olayının faili olarak öne çıkıyor. Rapor kapsamında Almanya, Fransa, İtalya ve İspanya’da gerçekleştirilen terör ve suç olaylarına da vurgu yapılmış. Bu çerçevede, raporda Türkiye’nin gerek kolluk gerekse de sınır ötesi terörizmle mücadele operasyonlarının önemine kısaca değinilmiş ve daha çok PKK ve DHKP/C terörünün kaynakları ve faaliyet alanları üzerinde durulmuş.
İllegal ve legal görünümlü maddi kaynaklarının dışında, PKK AB ülkelerinde Türkiye’ye ait derneklere, camilere ve çeşitli sivil yerleşkelere yönelik terör saldırılarını sürdürüyor. PKK tüm bu faaliyetleriyle AB ülkeleri nezdinde “imtiyaz” elde edebilmiş ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit etmeye devam edebiliyor.
Terörizmin konusu olarak “mülteciler”
Suriye iç savaşının 2011 yılında ülke içine yayılmasıyla, Türkiye başta olmak üzere AB ülkelerine yönelik yoğun bir göç hareketi başladı. Türkiye’nin resmi söylemleri bakımından Suriyeli mülteciler bir sorun veya güvenlik temalı bir konunun alt başlığı olmaktan çok “misafir”, “muhacir” gibi söylemlerle çerçevelendi. Bu noktada AB ülkeleri tam tersi bir pozisyon takınarak Suriyeli mülteciler başta olmak üzere diğer göçmen grupları terörizm, yabancı terörist savaşçılar (YTS) ve benzeri konular bağlamında ele aldılar. Bunun son örneklerinden biri de EUROPOL Terörizm Durumu ve Trendi 2020 Raporu. Örnek vermek gerekirse, 2020 başlarından itibaren Türkiye’den ayrılma tercihinde bulunan mülteciler AB ülkelerine yönelmişlerdi. Fakat bu süreçte, özellikle Yunanistan’ın şiddet içeren müdahalelerine maruz kaldılar. Bu kapsamda, raporda mültecilerin içinde terör örgütü mensuplarının olabileceği iddiasını dillendiren pek çok ifade mevcut olmakla beraber, Yunanistan ve İtalya gibi mültecilerin ilk durağı olan ülkelere Europol’ün mülteci “sorunu” ile mücadelede “danışmanlık” yaptığını öne sürülüyor. Öte yandan mültecilerin AB ülkelerindeki varlığının aşırı sağ, anarşizm ve otorite karşıtı terör hareketlerinin tırmanmasına neden olduğuna yönelik iddialar da mevcut. Böylelikle mültecilerin AB ülkeleri nezdinde hem bir “güvenlik objesi” hem de ilgili ülkelerde kamu güvenliğinin bozulmasında amil olan birer “güvenlik nesnesi” olduklarının ima edilmesi raporda dikkati çeken unsurlardan. Yunanistan’ın yıl içinde mültecilere yaptığı sert müdahaleler ise raporda yer almıyor.
Rapor kapsamında Türkiye merkezli güvenlik konularının başında PKK ve DHKP/C terörü yer alıyor. Bu örgütlerin AB ülkelerinde maddi ve ideolojik kaynaklarının varlıklarını hâlâ aktif bir şekilde sürdürdüğüne yönelik tespitlerde bulunulmuş.
AB ülkelerinin imtiyazlı terör örgütü: YPG/PKK
Rapor kapsamında Türkiye merkezli güvenlik konularının başında PKK ve DHKP/C terörü yer alıyor. Bu örgütlerin AB ülkelerinde maddi ve ideolojik kaynaklarının varlıklarını hâlâ aktif bir şekilde sürdürdüğüne yönelik tespitlerde bulunulmuş. PKK’dan bahsedilen bölümlerde ise AB ülkelerinin kendi terörizmle mücadele müktesebatını oluşturamadığı ortaya çıkıyor. Örneğin Belçika’daki mahkemeler PKK’yı bir terör örgütü olarak değil “silahlı grup” olarak adlandırırken Romanya, Macaristan ve Almanya PKK mensuplarına yönelik çeşitli terör ve suçla mücadele operasyonları gerçekleştirebildiler. Örgütün üst ve alt kademe mensuplarının tutuklanmasıyla neticelenen operasyonlar kapsamında, terör örgütünün kültür derneklerini kullanarak illegal faaliyetlerini meşru bir zeminde yürütme fırsatı bulduğu, yine rapordaki önemli bulgular arasında. Nitekim illegal ve legal görünümlü maddi kaynaklarının dışında, PKK AB ülkelerinde Türkiye’ye ait derneklere, camilere ve çeşitli sivil yerleşkelere yönelik terör saldırılarını sürdürüyor. PKK tüm bu faaliyetleriyle AB ülkeleri nezdinde “imtiyaz” elde edebilmiş ve böylece Türkiye’nin ulusal çıkarlarını tehdit etmeyi sürdürebilmiştir.
Öte yandan Europol raporunda dikkat çeken bir diğer “çelişkili” kavramsallaştırma da PKK’nın Suriye kolu olan PYD/YPG’ye dair yapılıyor. Neticede 2019 yılı raporunda Europol YPG’yi PKK ile eş anlamlı şekilde kullanırken, 2020 raporunda YPG’yi adeta Suriye’nin kuzeyindeki Kürt oluşumların temsilcisi olarak belirtiyor ve Türkiye’nin PYD/YPG’yi terör örgütü olarak gördüğünü ifade etmesine rağmen, AB ülkelerindeki PKK ve PYD/YPG ilişkisini vurgulamaktan imtina ediyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine gerçekleştirdiği terörle mücadele operasyonlarının AB ülkelerindeki “Kürt” grupların eylem yapmasına neden olduğu da yine bu kapsamda ifade ediliyor. Oysa bu eylemler sadece açık kaynaklar üzerinden bile incelenmiş olsa, bu protestoların Abdullah Öcalan flamaları taşıyan PYD/YPG’li gruplar tarafından gerçekleştirdiğini anlamak güç olmayacaktı. Örneğin ABD’nin Haziran 2020 tarihinde yayınladığı “Terörizm 2019 Ülkeler Raporu”nda PYD/YPG’nin Türkiye sınırlarında gerçekleştirdiği terör saldırılarından bahsediliyor. Bu kapsamda PYD/YPG etkinliğinin Europol raporunda belirtilmemiş olması dikkat çekici.
Sonuç olarak, Türkiye merkezli ve eleştirel bir okuma yapıldığında, çalışmanın iki olgu ve üç soru(n) etrafında şekillendiğini söyleyebiliriz. AB ülkelerinin Türkiye ile benzer şekilde, etnik-milliyetçi, ayrılıkçı, aşırı sol ve anarşist grupların terör faaliyetlerinden muzdarip olduğu, vurgulanan ilk olgu. İkinci olgu ise göç, yabancı terörist savaşçılar (YTS), aşırıcılık, şiddet ve bahse konu terörizm türleri arasında “illiyet” bağı kurmak suretiyle “gerçeklerden uzak” ve “güvenlikleştirilmiş” bir terörizm ajandası sunuluyor olması. Bu olgulardan hareketle ortaya çıkan birinci soru(n) Akdeniz, Orta Doğu ve benzeri bölgelerden AB ülkelerine kaçak yollarla giriş yapmaya çalışan mültecilere yönelik, Yunanistan başta olmak üzere diğer ilgili AB ülkeleri tarafından uygulanan sert müdahaleler için, terörizm literatüründe bulunan anarşizm, siyasal şiddet gibi kavramlarla, adeta meşru bir zemin oluşturulmaya çalışılması. İkinci soru(n) ise PKK ve DHKP/C gibi grupların farklı isim ve uzantılarla AB ülkelerinde eleman ve YTS devşirme, illegal ve “legal” görünümlü para toplama, propaganda gibi maddi ve ideolojik kaynaklarına yönelik faaliyetleri halen sürdürebiliyor olması. Üçüncü soru(n) AB ülkelerinin ve Türkiye’nin “öncelikli” tehdit olarak gördüğü terörizm türlerine dahil gruplara yönelik AB’nin gösterdiği “imtiyaz”. Bu noktada AB ülkelerinin PKK ve DHKP/C’ye yönelik ortak hukuki ve güvenlikçi bir yol haritasının olmayışı, çalışma kapsamında iyice görünür hale gelmiş oluyor. Olgular ve soru(n)lar bakımından terörizmin bu raporda “örtülü” bir çerçevede ele alınıyor olması, bu analizin tartıştığı temel sorudur.
AB ülkelerinin uzun yıllardır YPG/PKK terörüne yeterince ses çıkarmadığı bilinen bir gerçektir. Europol raporu ile Türkiye’nin göç, terörizm ve güvenlik sorunları daha çok mevcut algılar ekseninde ele alınmıştır. Böylesi bir bakış açısı Europol’ü gerçek tehditlere kayıtsız bırakabilir. Nihayetinde AB ülkeleri “imtiyaz” sağladığı PYD/YPG ve PKK terörüne karşı savunmasız yakalanabilir.
[Doktora eğitimini Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik bölümünde sürdüren Ümit Tetik SETA’da güvenlik araştırmaları çalışmalarına devam etmektedir] AA
Yorum Yazın