MAHİR PALA VEFAT ETTİ
Eski Belçika Atatürkçü Düşünce Derneği Başkan Mahir Pala'nın vefat etiği bildirildi.
Aslen Emirdağ Soğukkuyu Köyünden olup Belçika’da ikamet eden Fahrettin Pala'nın oğlu Mahir Pala 'nın 27 Aralık Cuma namazına müteakip Emirdağ Çarşı Camiinde kılınacak cenaze namazı sonrası Soğukkuyu Köy Mezarlığına defnedileceği belirtildi.
Mahir Pala'ya Allah'tan rahmet kederli ailesi başta olmak üzere tüm eş dost ve akrabalarına sabır ve başsağlığı dileriz.
Mahir Pala Kimdir ?
Gazeteci Hüseyin Dönmez'in söyleyişi ;
MAHİR PALA İLE BİR SÖYLEŞİ
H.Dönmez:
Sayın Pala, sizleri uzun yıllardır tanıyoruz. Başkent Brüksel'in renkli simalarından birisiniz. Türk toplumu içersinde oldukça etkin durumdasınız. Öncelikle okurlarımıza Mahir Pala'nın dünü ve bugünü hakkında bilgiler sunarmısınız?
M..Pala:
1956 yılında Afyon iline bağlı Emirdağ ilçesinde doğdum. Çiftçi bir ailenin çocuğuyum. Ailede birazda celeplik var. İlkokul mezunuyum. Brüksel'e geldiğimde 16 yaşındaydım. 1973 yılındaydı. O yıllar herkes Emirdağ'dan Belçika'ya gidiyordu. Ailemin karşı çıkmasına rağmen bende diğer gençlere uydum ve Belçika'ya geldim. 1974 yılında evlendim. 4 cocuk babasiyim.
H.Dönmez:
Sizi 70'li yılların sonlarına doğru tanıdık. O zamanlar sizi solcu, maocu Mahir olarak takdim ediyorlardı. Son yıllarda ise tam bir ulusalcı, vatansever bir Mahir Pala görüyoruz. Mahir Pala'nın gerçek çizgisini bize anlatırmısınız?
M.Pala:
Benim ilkokul yıllarından köy enstitüsü mezunu bir öğretmenim vardı. Tam bir Atatürk'çü idi. Atatürk hakkında ondan çok şey öğrenmiştim. Emirdağ'da yaşadığım dönemde çevremden aldığım kültürle Brüksel'e geldim. Burada ise ilk ikamet ettiğim evin hemen karşısında bir işçi derneği vardı. Buraya gitmeye başladım. Sağ sol tartışmalarını burada öğrendim. Bende o yıllar ister istemez kendimi bu gurupların birinin içersinde buldum. Maocular diye nitelendirdiğiniz gurup o yıllar bana daha sempatik gelmişti. O yıllar belli bir dönem bu gurupla birlikte olduk. Maocu Mahir ismi bize o dönemlerden yadigar kaldı.
O zamanların şartları bambaşkaydı. İnsanlar kolay kolay biraraya gelemiyorlardı. Bırakın bir solcu ile bir sağcının biraraya gelmesini, solcular bile kendi aralarında bir birliktelik sağlıyamıyorlardı.
Bizim o yıllarda da diğer arkadaşlardan farklı bir yapımız vardı. Bizler o yıllarda da küçük bir gurup olarak şiddete hep karşı olduk. Türkiye'nin hep birliğiden yana olduk. Hatta CHP-AP'nin birlikte bir koalisyaon oluşturarak iktidara gelmesini ve anarşiyi önlemelerini istedik.
H.Dönmez:
O yıllarda Brüksel'de kaç gurup solcu örgüt vardı?.
M.Pala:
Genelde 49 farklı fraksiyondan bahsedilir. Brüksel'de ise TKP (Türkiye Kominist Partisi) ve Maocular (Aydınlıkçı Marksist Maocular) en büyük guruplardı. Daha sonraları dev-sol ve dev-yol gibi küçük guruplar oluşsa da, pek varlık gösteremediler.
H. Dönmez:
O zaman ki sol örgütlerde liderlik yapanlardan bir kaç isim verebilirmisiniz?.
M.Pala:
Maocuların ilk dernek başkanı Esat Ümit Ağca idi. Ben kendim o yıllarda farklı bir derneğe birkaç yıl başkanlık yaptım. Solcu liderlere örnek olarak bizim cenahda Muammer Derinöz, Hadi Uluengin'i , TKP'li (Türkiye Komünist Partisi) olarak Ali Bayar, Fevzi Sarısözen'i,TİP'li (Türkiye İşçi Partisi) Hüseyin Çelik, Doğan Özgüden'i o yılların tanınmış simaları olarak gösterebiliriz..
Bizmle birlikte hareket eden esat Ümit Ağca'nın başkanlığında Hadi Uluengin, Muammer Dernöz, Ülkü ve Savaş İyidoğan adlı iki kardeş, ve Sabit Yürürdurmaz en popüler isimlerdi.
Bizler o yıllar prensip olarak Türkiye'nin tam bağımsızlığından yanaydık. O yıllarda herkes kaos ortamından bir çıkış yolu arıyordu. Bizlerde sosyalist görüşlü solcu gençler olarak kendi görüşlerimizin en doğru olduğuna inanıyorduk.
O yıllarda bizim gibi inanan gençlerin en çok mücadele ettiği guruplardan biriside yine sol eğilimli diğer fraksiyonlardı. Bunların başında da TKP (Türkiye Komünist Partisi) geliyordu.
H. Dönmez:
Sizin üyesi olduğunuz sol fraksiyon Aydınlıkçı-Maocuların sosyalist bir çizgide olduğu biliniyor. Sizce soyyalistlik ile komünistlik arasındaki fark nedir.?
M. Pala:
Biz aslında hep Atatürk'çü idik. Yanlız o devirler bu tarafımız zayıf kalmıştı. O devirler sosyalist veya komünist ideolojiler gayet popüler fikir akımları idi. Bizlerde bunların etkisinde kaldık. Ama hiçbir zaman Atatürk düşmanı olmadık O zamanlarda Atatürk bizim üyesi bulunduğumuz kuruluşta hep Türkiye Cumhuriyetini kuran milli lider olarak kabul edilmiştir.
Ben şahsen komünistliği hiç öğrenemedim. Bu bir sistemin adı. Elbette Rusya'nın ve Çin'nin tarihini derinlemesine okudum. Tarihin derinliği içersinde gelişmeleri anlamaya çalıştım. Rusya'daki Menşevik-Bolşevik mücadelesini, Çin'de Mao'nun köylü devrimini nasıl organize ettiğini inceledim. Aydınlıkçı Maocular çok okurlardı. Birde bizde araştırma ve okumaya sınırlama veya yasak yoktu. Ben o yıllar Türkeş'in dokuz ışığını bile okudum.
Tüm bu sürece rağmen ideolojileri bazı kesin hatlarla sınırlayıp tarif etmek çok zor.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Sosyalist bir ekolden gelen biri olarak Karl Marx'ın bazı temel fikirlerine katılıyormusunuz? Örneğin din hakkında söylediği "Din afyondur, insanı uyuşturur." düşüncesine katılıyormusunuz?.
M. Pala:
Dini ayrıca bir bütün olarak tartışmak lazım. Bu konuda diğer sol fraksiyonlar farklı düşünüyorlardı. Fakar o yıllar biz Aydınlıkçılar olarak kendimizi hiçbir zaman Müslüman Türk toplumunundan ayrı görmedik. Din var mı, yok mu? tartışmasını hiç yapmadık.
Elbette o zamanlar bazı saptırmalar oluyordu. O yıllar ön yargılı veya kara çalmak maksadı ile söylenen çok şey vardı.Örneğin Atatürk demiş ki, " Nerede bir komünist görürsen, başını ezin"veya başka bir şey. Ben Atatürk ile ilgili o kadar kitap okudum böyle bir söze rastlamadım.
Sonra Karl Marx Müslüman biri değil. Bu sözü hangi şartlarda neyi kastdederek söyledi bilemiyoruz. Aslında her düşünceyi kendi şartlarında değerlendirmek lazım.
Hangi düşünce olursa olsun, kötü kullanırsanız afyon olur. Din veya sosyalizm kötü kullanıldığında insanlara zarar vermesi kaçınılmaz olur.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Peki, bu sol fraksiyonlar Atatürk'e nasıl bakıyorlardı?
M.Pala:
O zamanlar bizim dışımızda herkes Atatürk'e karşıydı. Birde CHP'lilerde reddi-miras olayı vardı. Atatürk'ü kerhen savunan Ecevit-Baykal ve Turan Güneş ekolü vardı. Bunları bizler reddi-mirasçılar olarak nitelendiriyorduk.
H.Dönmez:
BADD'ı (Brüksel Atatürkçü Düşünce Derneği) nasıl kurdunuz.? Kuruluş aşamasında yaşadıklarınızı bizlere anlatırmısınız.?
M.Pala:
12 Eylül 1980 ihtilali bir çok şey için bir milat oldu. Yeni bir dönem başladı. 12 Eylül Türkiye'nin yapısını muazzam bir şekilde değiştirdi. Türkiye'deki 12 eylül öncesi kaos ortamından yararlanarak vahşi batı kapitalizmine geçildi. Bu bir süreçti. Önce gençleri bibirine kırdırdılar. Sonra bir kurtarıcı gibi gelip yerleştiler. O süreçte okuyan. araştıran bir gençliğide yok ettiler.
12 Eylül sadece Türkiye'de yaşayan gençliği değil, yurt dışında yaşayanlarıda etkiledi. Bizlerin hiçbir fiili şuçu olmamasına rağmen bizide fişlediler. Yılarca memlekete gidemedik. Bu karanlık bir dönemdi. 1980-85 arası tam bir apolitik bir dönem yaşadık.
Şahsen 80'li yıllar sonrası bizde bir yeniden değerlendirme dönemi yaşadık. 1983 yılında Atatürk'ü yeniden derinlemesine okumaya başladım. Birde gördük ki, Marx'ın, Lenin'ni toplumlar için söylediklerinden yüzlerce fazlasını Atatürk söylemiş. Bu yeni dönem geçmişimiz ve gerçeklerle yüzleşme ve daha gerçekçi bilinçlenme dönemi oldu. Düşünce bazında eksiklerimizi tamamladık. Atatürk'ü daha iyi anlamaya başladık.
O dönemler Türkiye'de de Atatürk'çü yeni bir oluşum gündemdeydi. Bu konuda Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınlar yeni bir oluşum başlatmışlardı. O dönem bu gelişmeler bizleride etkiledi.
80 yılların ortalarında bu doğrultuda bir dernek kurmak istedik. Fakat başaramadık. Vurdumduymazlık ve bananecilik 80'li yıllardan sonra insanlarımızda hastalık haline gelmişti.
Atatürk'çü çizgide ilk atılım 1995 yılında yapıldı. 1997 de ise 150 kişilik bir gurupla BADD'ğini kurduk. İlk yıllarda Atatürk'ü anlama ve yorumlama sorunları yaşadık. Atatürk'ü herkes bizim gibi anlamıyordu. Bugün Hadi Uluengin, Cengiz Çandar'da Atatürk'çüyüm diyor, Tayyip Erdoğan'da. Fakat Atatürk'çülükden kim ne anlıyor, belli değil.
Kısaca 1997 mart ayında kurduğumuz dernekte iki yıl süresince üyeler arası yorum farklılığından kaynaklanan bir sorun yaşadık. O zamanlar Atatürk'çü olduğunu söyliyenler birbirlerini gardorop veya rozet Atatürk'çüsü diye suçluyorlardı.
Bize göre ise Atatürk'ün 6 temel ilkesi vardı. Her ilke kendi alanında çok önemli ve bibirini tamalayan unsurlardı. Ama diğer bir gurup Atatürk'çülere göre ise laiklik ilkesi herşeyin önündeydi. Onlara göre laikseniz Atatürk'çüsünüz, değilseniz hainsiniz gibi bir yaklaşım oluşmuşturmuşlardı.
Bizler böyle bir yaklaşımı doğru bulmadık. Ve bugünkü çizgimize kendimizi geliştirerek, taviz vermeden ulaştık.
H. Dönmez:
BADD olarak hangi faaliyetlerde bulunuyorsunuz.?
M.Pala:
Belçika'da yaşayan Türk ve diğer toplumların uyum içersinde yaşamasına katkı yapmak birinci önceliğimizdir. Derneğimizde Fransızca, Türkçe dil dersleri verilmektedir. Bu alanda 200'ün üzerinde öğrencimiz var. Yaşlılara yönelik programlarımız var. Gençlere ve çocuklara yönelik programlarımız var. Sanat, müzik, folklor çalışmalarımız var. Türk toplumunu aydınlatmaya yönelik konferanslar, seminerler düzenliyoruz. Türk toplumuna ve ülkemize yönelik her türlü saldırıya karşı tepki platformları organize ediyoruz. Gerektiğinde bu doğrultuda yürüyüşler düzenliyoruz. Zengin bir kütüphanemiz var. BADD Brüksel'de tam bir eğitim merkezi haline geldi.
Bununlada öğünüyoruz.
H.Dönmez:
Toplam ne kadar üyeniz var.?
M.Pala:
700'ün üzerinde kayıtlı üyemiz var. Fakat aidatını düzenli olarak ödeyenlerin sayısı düşük. İnsanların son zamanlarda satın alma gücü çok düştü. Ekonomik zorluklar yaşıyorlar. Bu durum bizide etkiliyor.
Belçika'da Brüksel, Mons, Charleroi, Anvers ve Gent ADDD olmak üzere 5 dernekle ortak hareket ediyoruz. Her dernek kendi içinde otonom faaliyet yapıyor. Sadece ortak projelerde birlikte hareket ediyoruz.
H.Dönmez:
BADD olarak Brüksel'de bazı üyelerinizle bir ayrılık süreci yaşadınız. Bunun sebebi tam olarak ne idi.?
M.Pala:
Bu olayın içersinde biraz siyasi görüş ayrılığı belirleyici rol oynadı sanıyorum. Aslında Atatürkçülük konusunda kimseyle sorunumuz olmadı. 2000 yılında sancılı bir kongre yaşadık. Orada ben başkan seçilmiştim. O zaman ki tartışmanın odak noktasında ise Avrupa Birliği'ne bakış açısındaki farklılık bulunuyordu. Arkadaşlarımızın bir kısmı Avrupa Birliğine "şerefli girmeliyiz" diye bir görüşü savunuyordu. Biz ise bir yere girerseniz bunun şereflisi, şerefsizi olamaz diye düşünüyorduk. Avrupa Birliğine ne pahasına olursa olsun girme taraftarı olanlar bazı bahaneler uyduruyorlardı. Bizlerin daha çok uyarı amaçlı çıkışlarımız bazı arkadaşlarımızla fikir ayrılığına düşmemize sbep oldu.
H. Dönmez:
Bu bölünmede Türkiye'deki siyasi konjontürün bir etkisi oldu mu?
M.Pala:
Elbette. O zamanlar aslında bizim gönül bağı ile bağlı olduğumuz eski anayasa mahkemesi başkanı Yekta Güngör Özden'in başkanı olduğu TADD derneğide aynı doğrultuda düşünüyordu. O zamanlar bağlı olduğumuz oluşum bizleri dar ve bürokratik bir alanda sıkıştırdı. Bizler bunun doğru olmadığına inanıyorduk. Küçük elit bir gurup herşey hakkında karar verir durumdaydı. Buna itiraz ettik.
O süreçte bizden ayrılan arkadaşlara TADD başkanı Yekta Güngör Özden, AADD başkanı Dursun Atılgan ve bazı resmi görevli insanlarda işin içersine girince bölünme sağlandı.
Zamanla yapılan yanlışlık anlaşıldı. Ve biz yine Atatürk ilkeleri çerçevesinde bu arkadaşlarla yeniden birleştik. Ayrılığımız sadece bir yıl sürdü.
H.Dönmez:
Bizlere BADD derneğinin kuruluşu, yapısı ve faaliyet alanları hakkında geniş bilgiler verdiniz. Sizlerin birde ulusalcı bir yanınız var. Bu ne anlama geliyor. Ulusalcılıkla milliyetçilik arasındaki fark nedir.?
M.Pala:
Aslında ulusalcılık ve milliyetçilik kelimeleri arasında anlam yönünden pek fark yok. Bu bir tercih meselesidir. Ben milli kelimesini daha çok kullanıyorum. Düşüncelerimizi yazıya döktüğümüzde ise ulusal kelimesine daha çok yer veriyoruz.
Bizim ulusalcılığımız vatanseverlik üzerine kurulmuş Atatürk milliyetçiliğidir.
Bazıları milliyetçiliği ırkçılıkla özdeşleştirmeye çalışıyor. Türk toplumunun tarihinde hiç bir zaman diğer toplumları yok edecek bir anlayış olmamıştır. Türklerin kurduğu tüm devletlerde farklı topluluklar birlikte yaşamışlardır.
Atatürk milliyetçiliği ırkçı bir düşünce üzerine kurulmamıştır. Bunun temelinde vatanseverlik, vatana bağlılık vardır.
Biz Türk'ler Orta-Asya'dan Anadolu'ya gelene kadar birçok farklı toplumla karşılaşmışız. Savaşlar yapmışız. Yenmişiz. Yenilmişiz. Ama sonuçta kurulan düzende hep bir hoşgörü ve hak hukuk vardır.
Aynı zamanda Türk'lerin kendilerini hep yerel halklarla harmanladığını görüyoruz.
Irkçılık Avrupa kökenli bir davranış biçimidir. Türk'lerde ise hiç bir devirde bu anlamda bir uygulama olmamıştır.
Elbette bizim Atatürkçülük anlayışımızda sadece vatanseverlik yoktur. Diğer temel noktaların başında dil birliği, ülkenin tam bağımsızlığı, laiklik, eğitim birliği, sosyal devlet anlayışı ve halkçılık ilkesi gibi önemli vazgeçilmez unsurlar gelmektedir.
Elbette bu temel prensiplerin birde açılımı var. Örneğin bizim laiklik anlayışımızda din ve devlet işlerinin ayrılığı vardır. Fakat bu insanımızın dinsiz olması demek değildir.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Din ve ırk çok tartışılan bir konu. Siz bir öncelik sıralaması yaparsanız hangisini daha önemli addedersiniz? Bazılarına göre Türktoplumunun birliği beraberliği din olgusu ile sağlanabilir. Bir diğer guruba göre ise Türk'lük Türkiye Cumhuriyetinin temel varoluş sebebidir. Bir diğer kısmı ise kültür birliğini herşeyden önde tutuyor. Siz bu yaklaşımlara nasıl bakıyorsunuz.?
M.Pala:
İşe şuradan başlayalım. Milliyetçilik akımıda Avrupa'lıdır. Ama ırkçılıkla son bulmuştur. Bir olguyu tek başına yorumlamak çok yanlış olur. Türk'ler bin yıldır Müslüman. Avrupa'lılar iki bin yıldır Hristiyan. Türk'lüğün ise on bin yıllık bir tarihi var. Türk'lerin tarihinin önemli bir bölümünde İslamiyet hiç olmamış. Sonra hangi İslamiyet. Amerika'ya uşaklık yapan Arabistan İslamiyetimi? İrak veya İran İslamiyeti mi? Hangisi.?
Kısaca hiç bir şey tek başına bir milleti millet yapan bir unsur değildir. Bugün Sırp'lara bakın. Sırp, Boşnak, Hırvat aynı ırkın mensubu. Önce din bazında, sonra mezhep bazında birbirinden ayrıldılar. Bugün Türkiye'de bir an için sadece dini temel unsur olarak alalım, ertesi gün ülkemizde mezhep savaşı başlar.
Bize göre dil ve kültür birliği birlik ve beraberlik için en önemli unsur olarak görünüyor.
Atatürk bu konuyu çok iyi tanımlamış. Kendisi "Türkiye toprakları içersinde yaşayan halka Türk halkı denir" demiş. Hiçbir etnik ayırım yapmamış. Burada kasdedilen şey "kader birliği yapmış tüm etnik unsurların bir sayılmasıdır."
H.Dönmez:
Yaptığınız faaliyetlerde Türk kimliğine çok vurgu yapıyorsunuz. Bunun sebebi nedir.?
M.Pala:
Bizler Türk kimliğinin ve Türkiye'nin unutulmasını istemiyoruz. Biz buraya kaç yaşında gelirsek gelelim, bizim Türkiye'ye bir vefa bocumuz var. Biz o topraklarda doğduk. Büyüdük. Yetişdik. O ülke bize yatırım yaptı. Okuttu. Bizim ülkemize bir vefa bocumuz var. Bu nedenle ülkemize karşı her ne yönden gelirse gelsin bir saldırı olduğunda buluduğumuz yerden cevap vermeyi önemli bir görev olarak görüyoruz.
H.Dönmez:
Siz bir Ulusalcı olarak Milli Görüşçüler ve Ülkücüler olarak adlandırdığımız guruplarlada zaman zaman biraraya geliyorsunuz. Hatta Ermeni Soykırım Tasarısını protesto etmek için yapılan Türk yürüyüşüne birlikte katıldınız. Bu birlikteliklerde ortak noktalarınız neler oluyor.?
M.Pala:
Bu arkadaşlarımızı daha önceleri de tanıyorduk. Fakat iki binli yıllardan sonra birçok konuda ortak konuda biraraya gelmemiz sıklaştı. Bizim biraraya gelmemiz Türkiye Cumhuriyeti içindir. Türkiye Cumhuriyeti'nin son yıllarda karşılaştığı tehlikelere bir bakın. Vatansız bir millet düşünebilirmisiniz.?
Mesela Ülkücülere soruyorum, "Siz Turan'ı istemiyormusunuz.? Evet diyorlar. Ama Turan'ı gerçekleştirmek için önce bağımsız bir vatana ihtiyaç var.
Önce tam bağımsız bir vatan. Sonra aramızda en iyi düzen, en doğru fikir hangisi tartışırız.
Ama önce vatan.
Bizim tüm bu guruplarla yegane ortak noktamız tam bağımsız bir vatan için birlikte hareket etmektir. Bölücülük, Ermeni Meselesi, Kıbrıs gibi konularda bu arkadaşlarımızla zaman zaman beraber ortak hareket ediyoruz.
H.Dönmez:
Belçika Türk Platformu adı altında yeni bir oluşum var. Son iki yıda Türk Platformu adı altında faaliyetler yapıyorsunuz. bu doğrultuda iki büyük yürüyüş düzenlendi. Sizlerde katıldınız. Bu ortak projelerin Belçika'daki Türk Toplumuna sizce ne tür katkıları oluyor?
M.Pala:
Bölücüler ve irticacıların dışında hiç bir ayırım yapmadan herkesi bu platforma destek vermeye çağırıyoruz. Belçika Türk Platformu daha da büyüyecek. Son yaptığımız Türk yürüyüşü çok ses getirdi. Türk Platformu olarak iki büyük yürüyüş düzenlendi. Birincisi 29 mayıs 2004 de 40ncı yıl münesebeti ile yapıldı. İkincisi ise 7 mayıs 2005 de sözde Ermeni soykırım tasarısına tepki olarak yapıldı.
Belçika Türk Platformu olarak yeni projelerimiz var. Gelecek günlerde koferanslar. ve yürüyüşler planlıyoruz. Bilhassa Brüksel'de dikilen Ermeni kin anıtı orada durdukça bizler susmayacağız.
H.Dönmez:
Son yıllarda Türk'ler Belçika siyaset arenasında da kendini göstermeye başladı. Artık Türk kökenli bir bakanımız, bir senatör ve milletvekillerimiz var.Belediye başkan yardımcıları ve meclis üyelerimiz var. Bu alandaki temsilcilerimizin önemli bir bölümü ise Brüksel'de bulunuyor. Bu temsilcilerimizin önemli bir bölümünü şahsen tanıyorsunuz.? Siz siyasi temsilcilerimizin çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? Onları başarılı buluyormusunuz?
M.Pala:
Genel anlamda bu durum Belçika'da yaşan Türk'lerin bir başarısıdır. Bu konuda ilerki yıllarda Türk kökenli politikacıların sayıları daha da artacaktır. Fakat bu konuda biraz daha seçici olmamız gerekiyor.
Politikacılarımızda bugün için genelde bilgi ve donanım eksikliği var. Örneğin Cemal Çavdarlı. Federal Meclis üyesi. Önemli bir görevde. Bir gün ben Fetullah Gülen'nin nurlu yolundan yanayım diyor, bir başka gün eşcinsellerin evlenmesine onay veriyor. Bu kabul edilemez bir durum. Türk kökenli politikacıların Belçika'nın ve Türk insanının genel kabul gören önceliklerini iyi bilmeleri gerekiyor.
Diğer bir politikacının ise Ermeni dosyası gündeme geldiğinde ben Arnavut kökenliyim. Türk değilim. Bu konu beni ilşgilendirmez dediğini duyuyoruz. Brüksel hükümetinde önemli bir görevi üstlenmiş politikacımız ise Ermeni konusu gündeme geldiğinde beni bu işlere bulaştırmayın diyor.
Türk'lerden oy isteyen politikacılar böyle bir profil çizemezler. Aksi takdirde Türk kökenli seçmenler bir sonraki seçimde gereğini yapar.
Elbette bizler bu arkadaşların Ermeni soykırım tasarısını kabul ettiklerini zannetmiyoruz. Fakat öyle görülüyor ki, partileri tarfından baskı altında tutuluyorlar.
Bizler gayet iyi biliyoruz ki, Belçika'daki siyasi partilerin hepsi Ermeni soykırım tasarısından yanadır. Bu konuda en önde duran parti ise MR partisidir. Bu partiden en son istifa eden Türk kökenli arkaşlarımızın gerekçesine baktığımızda şunu görüyoruz. İstifa nedeni parti içi anlaşmazlık diye yansıtılıyor. Hiç biri Ermeni tezine karşı inkarcı durumuna düşmek istemiyorlar.
Politikacılarımız genel anlamda böyle bir kıskacın içersinde bulunuyorlar. Aslında daha cesaretlı olunmalı. Aksi takdirde hiç bir sorunu çözemeyen temsilciler durumuna düşerler. Politikacılarımızdan kendine güveni olan, cesareti olan ve seçmenine karşı dürüst olanları desteklemeye devam edeceğiz.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Ermeni meselesinde de çok yoğun ve dikkatli bir şekilde konuyu takip ediyorsunuz. Bizlerinde yakından takip ettiği bir çok girişimleriniz var. Yüryüşler, koferanslar düzenliyorsunuz. 2005 Lozan'da Türk aydınlarının organize ettiği konferansa gittiniz.Belçika'da bu doğrultuda bir çok senatör ve milletvekilleri ile görüştünüz.
Sizce aslında Ermeni meselesi nedir.?
M.Pala:
Ermeni meselesi 1850 yıllarından sonra önceleri Rus çarlığı tarafından gündeme getirilmiştir. Arkasından Fransızlar ve İngilizler bu konuda devreye girmişlerdir. Hepsininde amacı aynı olmuştur. Onlara göre Osmanlıyı parçalamak için her yol denenmeliydi. Ermenilerin kışkırtılmasıda bir çok senaryodan yanlızca biri oldu..
Osmanlı devrinde Ermeniler sadıkayı-milliye ünvanını almışlardır. Uzun bir dönem Osmanlı topranları içersinde Ermeniler hep sadık bir toplum olarak görülmüşlerdir. Osmanlının zayıflaması ile birlikte emperyalist devletlerin kışkırtması ile Ermeniler zamanla diğerleri gibi başkaldırdılar. Bilhassa 1880 sonrası ve 1900'lü yılların başından Kurtuş Savaşına kadar Türk'ler sürekli savaş halinde olmuşlardır. Bu savaşların büyük çoğunluğuda hep batı cephesinde olmuştur. Ermeniler ise doğu illerinde savunmasız kalan köyleri, kasabaları basarak katliamlar yapmışlardır. Öyle acımasız ve dramatik bir durum ortaya çıkmıştır ki, Türk olarak başka cephelerde savaşan askerler kaçarak köylerini, ailelerini savunmaya gelmişlerdir.
Ermeni meselesi bir emperyalist oyundur. Bugün için onlara Osmanlı topraklarını parçalamak yetmemiştir.
Atatürk Anadolu hareketi ile onların oyunlarını bozdu. Fakat Lozan'da Lord Curzon'un İsmet Paşa'ya dediği bir söz var. Lord Curzon şöyle diyor: "Bak bunları şimdilik cebime koyuyorum. Fakat unutmayın günü geldiğinde çıkartılacaktır"
İşte şimdilerde o aşamayı yaşıyoruz. Şimdi bu duruma önce insanlık adına karşı çıkmamız gerekir. Bu toprakları bize miras olarak bırakanlara ihanet edemeyiz.
Benim dedem 14 yıl aralıksız askerlik yapmış. Cepheden cepheye koşmuş. Vatanını savunmaktan başka birşey yapmayan dedeme hiç kimse soykırımcı diyemez.
Fransızlar Cezayir'de soykırım uygulamıştır.İngiliz ve İrlanda'lılar Amerika'da Kızılderili bırakmadılar. Almanlar'ın gaz odalarında yaktıkları Yahudileri kimse unutmadı. İspanya'dan giyotinden kaçan Yahudiler soluğu Osmanlı topraklarında aldılar. Sırplar yakın zamanda Bosna'da, Kosova'da dünyanın gözü önünde soykırım uyguladı. Ermenilerin Karabağ'da yaptıklarını nasıl tarif edersiniz? Emperyalist ülkeler bunları hiç gündeme getirmiyorlar. Birbuçuk milyon insan Azerbeycan'da barakalarda, tren vagonlarında perişan durumda yaşıyor. Ve dünya bu durumu görmemezlikten geliyor.
Aslında soykırım bir batı hastalığıdır. Türk'lerde ise böyle bir anlayış yoktur. Türk'lerde hele savunmasız insanlara saldırı gibi bir olgu geleneklerinde asla yoktur.
Ermeniler emperyalist ülkelerin desteği ile 3T teorisi geliştirmişlerdir. Bu tanıma, tazminat ve toprak teorisidir. Kısaca son zamanlarda sürekli gündeme getirdikleri Ermeni soykırım tasarısını önce bir şekilde bize kabul ettirip, arkasından yüklü bir tazminat ve en sonunda topraklarımız istenecektir.
Kısaca senaryo budur.
Şimdi bir Türk olarak tek seçeneğimiz var. Ya bu 3T teorisine teslim olacaksınız. Yada her şart ve ahvalde mücadele edeceksiniz.
H:Dönmez:
Sayın Pala. Emperyalistlerin sizce asıl yapmak istedikleri şey ne olabilir?
M.Pala:
Cevap gayet açık. Batılılar dünyada güçlü bir Türk devleti istemiyorlar. Bazen Belçika'lı dostlarımıza takılıyoruz. Bizi Avrupa Birliğine almıyacaksınız. O halde bizi neden uğraştırıyorsunuz.? Cevapları şöyle oluyor. "Biz sadece Türk'leri istemiyoruz. Anadolu'yu değil. Bu cevap herşeyi anlatıyor.
H.Dönmez:
Belçika senatosunda bir PS'li senatörle Ermeni meselesi konusunda görüşmek üzere birlikte bir ziyaret yaptık. Belçika parlementosunda Ermeni tasarısı o zamanlar geçici olarak PS tarafından engellenmesine rağmen, sayın senatörün Türk'lere karşı tavrı çok manidardı. Kendisi aslında soy kırımı kabul ettiğini ve burada yaşayan Belçika'lı olmuş Türk'lerinde bu yönde düşünmesi gerektiğini söyledi.
Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz.?
M.Pala:
Elbette bu çok önemli bir nokta. Bir Belçika'lı bize göre yanlış da olsa, kendi ülkesinin tezine sahip çıkıyor.
Bizde ise durum çok farklı. Günümüzde ülkesini satan politikacıları, yazar çizerleri görmek mümkün.
Belçika rica ile kurulmuş küçük bir ülke olmasına rağmen insanı kendine göre büyük düşünüyor. Buna karşılık büyük bir millet ve büyük bir ülkenin ne büyük hainleri varmış. İnsan görünce çok üzülüyor.
Orhan Pamuk olayını nereye sığdıracaksınız?.
Bir yazar yazısında 200 bin hainimiz var demişti. Biz birde bunlarla mücadele ediyoruz.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Türkiye'de ayrıca bir Kürt meselesi var. Son 25 yıl içersinde 30 binden fazla insan hayatını yitirdi. Son birkaç yıldan beri ise Kürt olayı biraz daha siyasallaştırıldı. Amerika'nın Irak'ı işgalinden sonra ise Kuzey Irak'da fiili bağımsız bir Kürt bölgesi oluşturuldu. Hatta Bölge hükümeti başkanı Kürt. Genel hükümet başkanı da Kürt. Irak'a Kürt'ler hakim oldu.
Siz tüm bu gelişmelere nasıl bakıyorsunuz.?
M.Pala:
Kürt'ler her zaman, Türk'ler ve tüm diğer etnik unsurlarla birlikte aynı kaderi, aynı kültürü paylaşan topluluk olarak hareket etmiş ve yeni devletin kuruluşuna da katkıda bulunmuşlardır. Bizim onlarla hiçbir sorunumuz yok.. Sorun olarak gösterilen şeyler ise sadece ekonomiktir. Maalesef bu bölgemize Cumhuriyet döneminde köklü yatırımlar götürememişiz. Şıhların, tarikatların, toprak ağalarının yoğun olduğu bu bölge zamanla daha da fakir düşmüştür. Batılılar bu durumdan yararlanarak insanlarımızı dün olduğu gibi bugünde kışkırtıyor.
Kürt'ler hiç bir zaman bu ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmediler. Her mevkide önemli görevleri üstlendiler.
Bölücü örgüt olarak gördüğümüz PKK'ya destek verenlere bir bakın. Hepsi dün ülkemizi işgal etmeye çalışan emperyalist ülkeler. Oyun Ermeni konusunda olduğu gibi aynı oyun.
Buradaki hedef Türkiye'yi parçalamak ve kalan son vatan toprağının üzerinde oturmak.
Bu yıl izin esnasında gördüklerimden sonra Belçika'ya epey karamsar döndüm. Artık Türk insanıda durumdan bıkar hale gelmiş. Birçok insan "artık yeter, ayrılacaklarsa ayrılsınlar" der hale gelmiş. Burada ki asıl sorun Kürt'lerin ayrı bir devleti olması değil, bilakis ayrılık olduğunda Türkiye'nin batısında yaşayan Kürt'lerin ne olacağıdır. Bu durumu düşünmek bile insanın içini ürpertiyor.
İşte emperyalist güçlerin bizleri getirdiği nokta budur.
Biz Kürt'lerle her türlü sorunumuzu çözeriz. Yeterki topraklarımızda gözü olanlar ülkemizin insanından elini çeksin.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Çözüm diyorsunuz. Peki çözümden ne anlamamız gerekiyor.? Kürt aydınlar çözümü şöyle tarif ediyor. Kendi bayrakları olmalı. Dilde eğitim olmalı. Yöneticileri kendileri seçmeli. Kendi güvenlik güçleri olmalı. Ve bir de bölge parlementoları olmalı. Sizce bu mümkün mü.?
M.Pala:
Bizim kardeşçe çözüm dediğimiz bu değil.Bu sizin söyledikleriniz yanlız tam bölünmenin argümanlarıdır. Türkiye bir ulus devlettir. Ve sınırları bellidir. Ayrıca Türkiye'nin resmi dili Türkçe'dir. Türkçe'nin dışında hiç bir dil resmiyet kazanamaz. Bunun dışında başka bir yola girdiğinizde aynı ülke içersinde birlikte yaşamanız mümkün olamaz.
Bizim kastetdiğimiz çözümün başında aş ve iş geliyor. Bu ülkemizin her insanı için temel sorun.
Bunun çözümüde çok basit. Başta Tayyip Erdoğan hükümeti hemen gitmelidir. Bu hükümet gelmiş geçmiş en uç Amerikancı hükümettir. Tayyip Erdoğan hükümeti Kürt meselesinin bu düzeye gelmesinde önemli rol oynamıştır..
İşte Şemdinli olayları. Orada Türk askerinin elini kolunu bağladılar. .Orada bir PKK'lının cenazesinde PKK'lı militanlar havaya ateş atıyorlar. Ve Türk askeri hiç bir şey yapamıyor. Böyle şey olmaz. Bu ülkede devlet otoritesi olmazsa bu işin sonu nereye varır?
Ülkemizde maalesef bu yönde bir çok olumsuzluk var.
Örneğin Kıbrıs konusu. Vermeyiz dediler. Kıbrıs bizim dediler. Bugün Kıbrıs kimin belli değil. Kıbrıs elimizden kayıp gitti.
İşte PKK meselesi… Bu gün PKK'lı ayrılıkçılar neredeyse birileri tarafından kahraman sıfatı almaya başladı. Devlet sabıkalı ayrılıkçılarla görüşmeye başladı.
Türkiye'de son yıllarda iki başlı bir yönetim oluştu. Siyasi iktidar ayrı, güvenlik güçleri ayrı düşünce arzediyor.
Ayrıca bu hükümet 80 yılda biriken devlet bocunun iki katı daha fazla borcu 4 yılda kendisi yaptı. Türkiye şu anda tam bir borç batağına batmış durumda. Dünyaya gelen her Türk çocuğu bugün 3 bin dolar borçlu olarak doğuyor. Bu kabul edilemez bir durumdur. Böyle bir iktidar Türkiye'nin bağımsızlığını nasıl koruyabilir.?
Bu durumu uzun süre bir ülke kaldıramaz. Süratle aklı başında milli bir iktidarın ülkenin başına geçmesi gerekiyor. Ülke sorunları ancak bu şekilde çözülür.
H.Dönmez:
Sayın Pala. Avrupa Birliği hakkındaki düşünceleriniz nelerdir.?
M.Pala:
Bu gün için Gümrük Birliğinden dolayı zararımız 100 milyar doların üzerinde. Böyle giderse tamamen batacağız. Ben şahsen Türkiye'siz de olsa Avrupa Birliğinin gerçek olacağına inanmıyorum. Avrupa'nın geçmişinde hep savaş ve hep vahşet vardır. Yaşarsak göreceğiz. Birgün gelecek yine birbirlerini boğazlıyacaklar.
Avrupa'nın geldiği durumu anlamak için son aylarda yaşanan Paris olaylarını iyi algılamak gerekiyor. Bugün Paris'de Cezayir'li kardeşlerimize sokağa çıkma yaşağı var.
Nerede refah.? Nerede demokrasi.? Nerede özgürlük.? Nerede eşitlik.?
İşte Avrupa….
H.Dönmez:
Son olarak Belçika'da yaşayan Türk toplumuna mesajlarınız nelerdir.?
M.Pala:
Bizler büyük bir ulusun çocuklarıyız. Bu ülkede kimliğimizi koruyarak yaşamaya çalışmalıyız. Ülkemize ve burada yaşayan insanlarımıza bir saldırı olduğunda ortak hareket etmeliyiz.
Dünyada herkes kimliği için savaşırken biz neden bundan vazgeçelim. 6 milyonluk Flaman toplumu kimliği için ne mücadeleler veriyor. Yeryüzünde yaşayan en asil ve en kalabalık milletlerden biri olarak biz Türk'ler neden kimliğimizden kopalım.?
Hiç bir toplumu kendimizden aşağı görmek istemiyoruz. Ama hiç kimsede bizi kendinden aşağı görmeye kalkmasın.
Belçika'da Türk dernekleri ve federasyonları birlik içersinde olmalıdır. Sorunlara ancak bu şekilde çözümler arayabiliriz.
Ben Türkiye'nin ve Türk insanının aydın birikimine güveniyorum.
Atatürkçü aydın bir devlet ve iktidar dileğiyle geleceğe umutla bakıyorum.
Yorum Yazın