İSTANBUL - Prof. Dr. Ahmet Kavas
Sudan, dünyanın en geniş topraklarına sahip 10'uncu, güney kısmı 2011'de ayrılmadan önce Afrika'nın en büyük, şimdi ise yüzölçümü itibarıyla 3'üncü geniş topraklarına sahip ülkesi. Çad da aynı şekilde dünyanın 21'inci, Afrika'nın 5'inci geniş topraklarına sahip ülkesi olarak ikisi toplamda üç milyon kilometrekarelik bir alanı kaplıyor. İki ülkenin nüfusları da toplamda 50 milyondan fazla. Tunus'a gelince yüzölçüm ve nüfus olarak diğer iki ülke kadar öne çıkmasa da bulunduğu coğrafi konum olarak tarihin her devrinde hayati öneme sahip olmuştur.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bu üç ülkeyi ziyareti, Afrika ülkeleri kadar Türkiye için de çok büyük önem taşıyor. Sudan ve Çad'ın sahip oldukları imkanlar, yakın gelecekte mutlaka çok değerlenecek ve hem yatırımcılar için hem de ikili siyasi ilişkilerde, çevrelerinde ve Afrika'nın tamamında etkin rol alacaklar. Uzun yıllar iç savaş yaşamaları ve üstesinden gelerek, barışı tesis etmeleri aslında bu ülkelerin üzerlerinde oynanan oyunları bertaraf edecek güce sahip olduklarını gösteriyor. Tunus ise Arap Baharı sürecinde, sürüklenmek istediği kaosu çok az hasarla atlatarak, yetişmiş insan gücü ile bunu başardı.
Osmanlı mirası, Türkiye'ye güveni artırıyor
Türkiye 21. yüzyılın başında sadece kendi çevresinde değil Afrika kıtası ile de tarihte olduğu gibi etkin işbirlikleri gerçekleştirebilecek imkanları ile yakın gelecekte olumlu gelişmelerin temellerini şimdiden atmak zorunda. 16-19. yüzyıllar arasında kıtanın sömürgeleştirilmesini engelleyen Osmanlı Devleti'nin kıta halkları üzerindeki müspet izleri, Türkiye Cumhuriyeti'ne olan güveni artırıyor.
Kıta üzerinde her geçen gün, uluslararası ilişkiler bağlamında yeni aktör devletler devreye girmektedir. 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupalı sömürgeci yedi devlet (İngiltere, Fransa, Belçika, Portekiz, İtalya, Almanya ve İspanya) kıtayı adeta sadece kendilerinin tapulu malları gibi sorumsuzca kimliksizleştirdiler, kıta içi tarihi bağlantıları kopardılar, kıtanın kendi değerlerini yitirttiler. 20. yüzyılın ikinci yarısında bağımsızlık mücadelelerinde ise Sovyetler Birliği birçok askeri darbenin arkasında yer aldı, iktidarların değişmesinde etkin oldu. 1990'lardan sonra ise Çin ve Hindistan devreye girdi, bu arada Brezilya, Japonya, Güney Kore de kendilerine etkinlik alanları açtılar. Fakat ABD adeta pusuda bekliyordu ve tüm etkinliğini 21. yüzyıla saklamıştı. Şimdi, Afrika bunun sancısını çekiyor. İşte Afrika adına böylesine büyük projelerin birbirini takip ettiği son bir asırda, Türkiye Cumhuriyeti Afrika'ya yakın ilgi duymaya başladı. 2005 ve sonrasında imkanları sınırlı iken bugün kıtada en etkin yeni ülkeler arasında ön sıralarda yer alıyor. Sudan, Çad ve Tunus 54 Afrika ülkesi arasında hem kendi kapasiteleri ile hem de diğer ülkelerle bağlantıları sebebiyle, Türkiye ile yakınlaşmalarının meyvelerini daha da ileri seviyelere taşıyıp, bugünün teknolojik imkânları ile de karşılıklı etkileşimlerine daha fazla yansıtacaklardır.
Ziyaretin ekonomik boyutu
DEİK her ziyarete önemli sayıda iş adamı ile katılmakta, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın özel olarak kurduğu dostluk ilişkileri ile siyasi yönden hazırladığı zemini, aynı zamanda ekonomik açıdan kuvvetlendirmekte, ziyaret edilen ülkelerin ekonomik gücünü keşfetmek için büyük bir gayret sarf etmektedir. Yeryüzünde kaynakları tükenme aşamasına gelen ülkeler, Afrika'da birçok ülkeyi adeta her gün uğradıkları bir mekan gibi ziyaret etmekteler. Tek öncelikleri, ekonomik çıkarlarını öncelemek. Türkiye ise bu üç ülkenin de kalkınması için her şeyden önce insan kaynaklarına önem veriyor. Eğitim alanında binlerce Afrikalı genç arasında, bu üç ülkeden de yüzlerce genç üniversitelerimizde eğitim görüyor ve bu kadrolar, yakın gelecekte karşılıklı ilişkileri en üst seviyeye çıkaracaklar.
Çok değil, 25 yıl öncesi ile kıyas edildiğinde, bundan 25 yıl sonrasının çok farklı olacağı, hayal dahi edilemeyecek etkileşimlere vesile olacağı kanaatindeyim. Sadece Karabük Üniversitesi'nde takriben 4 bin yabancı öğrencinin okuması, bunların içinde 200 kadar Çadlı öğrencinin eğitimine imkan verilmesi, hedefimizin insan öncelikli olduğunu gösteriyor. Bu sadece Afrika için değil Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar hatta Güney Asya ülkeleri için de geçerli.
Terörle mücadelede Türkiye'nin deneyimleri
Afrika'da son 10-15 yılda el-Kaide'den başlayarak birçok terör örgütü adı duyduk. Eş-Şebab, Boko Haram, Ensaruddin, MUJAO, AQMİ, DAEŞ gibi. Bu örgütlerin İslam gibi yüce bir dinin adına hareket etmelerinin yaptıkları hiçbir eylemle bağdaşmaması, lider kadrosu olarak görünen isimlerin gizemli ilişkileri dikkate alındığında, bu oluşumların 21. yüzyıl Afrikası için kurulan büyük tuzakların hazırlayıcısı oldukları söylenebilir.
Bunlar ortaya çıktıkça, Afrika'da güvenlik zaafiyeti var diyen ABD başta olmak üzere Fransa özelinde AB ve diğer birçok ülke adeta kıyasıya bir yarışa giriyorlar. Aslında bu ülkelerin sahip oldukları imkanlar, bu örgütleri bir kaşık suda boğacak seviyede. Nedense Afrika dışından gelen ülkeler, bu terör örgütlerini ne kadar tehlikeli gösterirlerse, bunlar yok edilmek yerine daha da güçleniyor ve yayılıyor. Türkiye bu noktada Sudan, Çad ve Tunus gibi ülkelerle, öncelikle İslam dininin bu terör yapılarınca kullanılması önleyecek, dini doğru anlatacak insan gücüne sahip. Bu ülkelerin alimlerinin derhal bir araya gelerek bu örgütlerin din istismarını önlemeleri, silahlı mücadeleden daha etkin bir adım olacaktır. Türkiye, PKK gibi eli silahlı bir örgütle, FETÖ gibi barış temsilcisi görünümüyle devletleri kendi insanları ile içinden kemiren bir örgütle, DEAŞ gibi din istismarı yapan bir yapı ile mücadeledeki tüm tecrübelerini bu dost ve kardeş ülkelerle en üst seviyede paylaşabilir. Bugün Fransa özelinde Sahra bölgesinde güvenlik çemberi oluşturanlar, buna sebep olarak kendi geleceklerini tehdit etmelerini sebep göstermekteler. Türkiye bu anlamda işin gerçek boyutunu yakından takip edip Afrika'nın güvenliğinin öncelikle Afrikalıların geleceği için önemli olduğunu, kendi yaşadıklarını tecrübe paylaşımı ile aktararak, bu sorunun aşılabileceğini gösterebilir.
İnsani yardımlar konusu
Türkiye son 10 yılda Afrika'da el atmadık bölge ve ulaşılmadık muhtaç toplum bırakmadı. Yeterli olmadığının farkında olmakla birlikte yakın gelecekte bu etkinliklerini daha da artıracaktır. Afrikalıların buna çok ihtiyacı var ve yardım götürmek kadar yardım yapma duygusunu da Afrika toplumlarında yaygınlaştırmaktadır. Afrikalılar aslında yardıma muhtaç olmadıklarını, kendi imkanlarını ve kaynaklarını doğru yönettiklerinde, asıl yardımı geçmiş asırlarda olduğu gibi kendilerinin yapabileceğini görebilmelidirler.
Türkiye'nin yardımları, Afrika'nın tüm dertlerine deva değil ancak onlara dertlerini fark ettirip kendi devalarını hazırlamalarını öğretecektir. Kıta önce insanî kalkınmasını artıracak, ardından da maddi olarak her alanda kalkınma hamlelelerinde Türkiye'yi yanında görecektir. Bu Osmanlı'nın bizlere bıraktığı en değerli miras; Afrika insanı, Afrika için çalışacak ve üretecektir. Gerekirse Osmanlı onları her türlü tehlike karşısında nasıl korudu ise Türkiye'de bu anlamda yanlarında olacaktır. Sudan, Çad ve Tunus ziyaretleri bu açıdan da gelecek için ciddi gelişmeleri beraberinde getirecektir.
[Osmanlı-Afrika ilişkileri alanında eserler veren, Afrika konusunda Başbakanlık Müşavirliği ve Çad Büyükelçiliği görevlerinde bulunan Prof. Dr. Ahmet Kavas, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı ve Afrika Araştırmacıları Derneği (AFAM) Kurucu Başkanıdır]
Yorum Yazın