ADLANDIRILMAYAN İNSAN VE ONA ADIYLA SESLENİŞ
Kuytuların sessiz olduğunun sanılması bir efsanedir. Kuytular, aksine seslerin toplanma merkezidir. Sesler kuytularda yeniden biçimlenir ve kökleşir. Kuytuların insanların derinliğini ifade etmesi bu nedenledir. Unutulmaya çalışılan sesler, çoktan terk edildiği düşünülen bölgelerde yaşamayı sürdürmekte ve oradan benliğe her an müdahele etmektedir. Kişilerin kulaklarına hiç beklemedikleri bir anda, adlarının fılsıldanmasının anlamı budur. Kuytulara yerleşmiş sesler, kişinin adıyla yeniden somutlaşır ancak.
Sesleniş, başkaldırıştır. Kişinin içinde ötekileştirdiği her şeyin kendisi hâlinde cisimleşerek yine kendisine yönelmesidir. Gerçek umarısızlık bu anda yaşanır. Seslenilen ve sesleneni göremeyen kişi, yıkılışının ilk basamağında olduğunu anlar ve en büyük korkusu çıkar ortaya: Benliğinin bu seslerden geçilmemesi. Eğer böyle bir durum gerçekleşirse, başka bir deyişle seslenişlerin sıklığı ve sayısı artarsa benlik çürümeye yüz tutar. Var olma silahlarını tek tek yitirir çünkü bu seslenişin, kendisi için elde ettiğine inandığı tüm birikim ve deneyimi geçersizleştireceğini bilir. Başkaldırı, kişinin varoluşuna yöneliktir. Bütün anlamını ve gücünü buradan alır. Varoluş silikleştikçe başkaldırı büyür. Ta kişinin kendi adını anımsayamayıncaya kadar.
Sesleniş adla olmasaydı başkaldırı bu kadar korkutucu olmazdı. Walter Benjamin’e göre özel ad kuramı, sonlu dilin sonsuz dil karşısındaki sınırının kuramıdır. Benjamin, “Tüm varlıklar içinde, benzerlerini adlandıran tek varlık insandır; tıpkı Tanrı’nın adlandırmadığı tek varlık olduğu gibi” der. Dolayısıyla, adlandıran ama adlandırılmayan insanın kendisine adıyla seslenilmesine dayanabilmesi mümkün değildir. Kimse gerçek anlamıyla adıyla seslendirilmez.
Genelden özele geçiş, herhangi bir insan adı cisimleştiğinde asla tamamlanamaz. Adlar bireye değil, toplumun herhangi bir öğesine, unsuruna verilir. Burada bireysellik yoktur. Genel olanın, bütün olanın herhangi bir parçası vardır. Kişi, adı kendisinde taşıyamaz. İnsan, hemcinsine ad vererek tanrının ona yapmadığı kötülüğü kendisine yapmıştır. Bireysellliğini ve özgünlüğünü yitirmiştir. Kişi, bu felaketi, gündelik hayatın içerisinde algılayamaz ama herhangi bir anda benliğindeki kuytularla yüz yüze geldiğinde adının yankılanması yok oluşuna hazırlık olur. Başkaldırı amacına ulaşır ve kuytulardaki sesler, ad aracılığıyla benliği bütünüyle ele geçirir. Kişinin o aşamadan sonraki ebedi cezası, kendi adı dışında hiçbir şeyi işitememesi olur.
Yorum Yazın
Facebook Yorum