1979 yılında yaşanan İslam Devrimi'nden sonra 1980 yılından bu yana inişli çıkışlı, bazen de inkıtalı olarak İran'a uygulanan ambargolar sürekli devam etti. İran halkı ise bu ambargoların acısını çok çekti. Petrol ve doğalgaz rezervlerinin üzerinde oturmalarına rağmen, uzun seneler açlık sınırında sıkıntılı bir hayata maruz kaldılar.
Sağlık, ulaşım, teknoloji, bankacılık, taşımacılık, sanayi, askeri, petro kimya, değerli madenler gibi daha birçok alanda uygulanan ambargolar, uluslararası kararları uygulamaya zorlanması bakımından, İran'ı dünyadan izole etti.
Örneğin ilaç, ambargo kapsamında olmasa bile, kanser gibi birçok hastalığın ilaç tedariğinde binbir türlü zorluklar yaşandı.
İran ekonomisinin petrole endeksli olması nedeniyle uygulanan ambargo, hayatın birçok alanındaki gelişme ve ilerlemeyi baltaladı. İç ve dış politikada yaşanan sıkıntılar bir türlü giderilemedi. Dolayısıyla uygulanan ambargonun milyarlarca dolara varan zararını ve ceremesini İran halkı yıllarca çekti.
Fakat yönetim, taassubi Şii bir din anlayışından hiç taviz vermedi. Bu zaman içinde Türkiye başta olmak üzere, diğer sünni İslam ülkeleriyle sağlıklı bir iletişim kuramadı.
Dünyada yaşayan 7.5 milyar insanın sadece 1.5 milyarı Müslüman, geriye kalan 6 milyarı ehli kitap veya müşrik olmasına rağmen,
İran İslam Cumhuriyeti, İslam'ın yayılması, 6 milyar insanın İslam'la müşerref olması adına herhangi bir çalışma yapmadı ve o yönlü bir strateji geliştirmedi.
Halkı, yaşam mücadelesi içinde fukaralıkla boğuşurken, İran kendi etrafına ördüğü duvarlarla, sürekli mezhebi taassup içinde hareket etmeyi tercih etti.
Şia akımının İslam dünyasında yayılması için ise hep yüklü paralar harcadı.
Hiçbir zaman ümmet şuuruyla Müslümanları yeterince kucaklayamadı.
Kendisine rakip olarak gördüğü Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlenmesini engellemek için, terör örgütü PKK'yla olan dirsek temasını ise hiç kesmedi.
1978-79 yılları İran'ında devrim hareketi; milliyetçiler, liberaller, komünistler ve İslamcılar gibi son derece heterojen bir yapıya sahip olmakla birlikte, o zamanlar hepsinin amacı ve gayesi sadece Şah'ı devirmekti... Devrim öncesi Allahu Ekber nidalarıyla sokaklara dökülüp, Şah'a ölüm, Amerika'ya ölüm diyen o büyük kitleler, şimdi çok farklı düşüncelere evrilmiş durumdalar. Artık sisteme, ekonomik gidişata, sosyal statülerine karşı isyan ederek sokaklara dökülüyorlar.
Hepsinden önemlisi artık halk, yaşanılanları yeterince tolere etmiyor..
Tahammül sınırları zorlanmış olan halk, değişim istiyor...
Uluslararası yaptırımlardan, rüşvetten, yolsuzluktan, işsizlikten, fakirlikten, siyasi istikrarsızlıktan kaynaklanan sosyal durumlarına itiraz ediyor...
Şimdi İran'ın birçok şehrinde, yapılan gösteri ve protestolarda herhangi bir fraksiyon, grup, yahut kişilerin çağrısı olmadan, bizatihi halkın spontan olarak sokağa döküldüğü ve her an topyekün bir harekete dönüşebilecek eylemler cereyan ediyor. Gelen haberlerde, büyükşehirlerde yapılan eylemler kontrol altına alındıysa da, küçük şehirlerde halen devam ettiği söyleniyor.
Bu eylemleri bastırmak için de polis, mukavemet gösterenlere sert müdahale ediyor ve ölenler oluyor. İran devlet televizyonu, ölen vatandaşların İran polisi tarafından değil, bilakis yabancı ajanlar tarafından öldürüldüğünü iddia ediyor. İslam İnkilabı Rehberi Ayetullah Ali Hamaney ve resmi erkan ise, ABD ve İsrail'i kalkışmayı yönlendirmekle suçlayıp, suçu dışarıya atıyor.
Kitleler bir kez yollara döküldü mü içeride ve dışarıda yönlendiren ve yol gösteren her zaman olur. Emperyalist ABD, İran'daki göstericileri "halkın ifade özgürlüğüne saygı gösterilmeli" düşüncesiyle destekliyor, bir yandan da muhaliflere mesajlar iletiyor. Bölgede İran gibi nükleer güce erişim sağlamış bir İslam ülkesinden, İsrail ise elbette son derece rahatsızlık duyuyor. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında güvenlik eksenli olarak, ABD tarafından Ortadoğu'ya çekidüzen verilmek isteniyor. Dolayısıyla İran'da yaşanacak olan kargaşa ve kaostan faydalanmak isteyecekleri bir hakikattir.
Ancak bilinmesi gereken önemli bir husus ise; ABD'nin, Suudi Arabistan başta olmak üzere petrol zengini Arap ülkelerini hizaya getirip, İran korkusuyla milyarlarca dolarlık silah satışı yaptığı gerçeğidir.
İran'ın 8 yıl savaştıktan sonra galip olarak giremediği Irak'ta etkili bir aktör oluşu, Yemen ve Suriye'deki iç savaşta taraf tutarak varlık göstermesi, ABD'nin göz yummasıyla cereyan eden bir durumdur.
Yani İran, ne ölsün, ne de kalsın..
İnce bir siyasetle denge unsuru olsun..
Zayıf düştüğünde yukarı çek, güçlendiğinde aşağı çek hesabı?...
ABD, İran'a yönelik söylemlerine geçmişte olduğu gibi yine devam edecektir. Çünkü İran'ın bölgedeki varlığı ve yayılmacı politikası, bilhassa Arap devletlerini tedirgin etmekte, modern ve pahalı silahlar edinmesine neden olmaktadır. Bu durumun ABD çıkarlarına daha uygun olduğu âşikardır.
Esasında İran için henüz tehlike bitmişte değildir?
Çünkü ABD, şu an için İran'da fiili olarak yoksa bile, kendine bağlı bir yönetim oluştuğu vakit, söylemlerini eyleme dönüştürecek ve operasyon için düğmeye basacaktır. Ancak bunun için uygun zamanı kollamaktadır.
Şimdi İran, halkın memnuniyetsizliğini ve protestoların gerçek nedenini örtbas ederek, meseleyi dış mihraklara bağlıyor ama, gerekli düzenleme ve reformları yapmaz, halkın sesine kulak vermezse, daha büyük sosyal patlamalar meydana gelebilir?
Hesap edilemeyen memnuniyetsiz milyonlar yeniden sokağa çıkabilir?
İşte o vakit İran'ın, gösterileri bastırmak, asayişi sağlamak için uygulayacağı yöntem ve şiddet, Conilerin dikkatini çekebilir?
O vakit okyanus ötesi tren soyguncuları, demokrasi nâmına kardeş ülke İran'a müdahale edebilir?...
Güngör Gökdağ