Angela Merkel'i dinlerken…
Bülent Güven
Amlanya'nın eski Şansölyesi Angela Merkel, DIE ZEIT ile sohbette / Fotoğraf: Phil Dera/Zeit Online
Angela Merkel, Almanya'nın kurucu başbakanı Otto von Bismarck'ı (1871-1890) saymazsak, Almanya'da en uzun süre başbakanlık yapmış bir siyasetçidir.
2021 yılında görevini mevcut başbakan Olaf Scholz'a devredene kadar girdiği dört seçimi de kazanarak 16 yıl boyunca başbakanlık yaptı ve görevini kendi isteğiyle bıraktı.
Bu yılın başında hatıralarını yayımladıktan sonra hem Almanya'da hem de farklı ülkelerde söyleşiler ve konuşmalar yapmaya başladı.
Bu vesileyle Hamburg'da, Almanya'nın en entelektüel gazetesi Die Zeit'in organize ettiği bir söyleşiye katıldı. Böylece kendisini canlı olarak dinleme fırsatına sahip oldum.
Die Zeit'in iki tecrübeli gazetecisi Roland Plettner ve Miriam Lau'nun ciddi sorularını yaklaşık 2 saat boyunca yanıtlamaya çalıştı.
Eski devlet başkanlarını dinlemek genelde hem keyifli hem de ufuk açıcı oluyor.
Hem ciddi bir tecrübeye sahip oluyorlar hem de artık politik dengeleri dikkate almadan daha rahat konuşabiliyorlar.
Daha önce de Almanya'da başbakanlık yapmış Helmut Schmidt ve Gerhard Schröder gibi eski liderleri dinleme fırsatım olmuştu; bu da oldukça ufuk açıcıydı.
Kamuoyunda Merkel hakkında, hem Almanya'da hem de dünyada genel olarak olumlu bir algı var.
Ancak Merkel dönemi ciddi anlamda mercek altına alındığında, aynı kanaate sahip olmak pek mümkün görünmüyor.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra, mevcut başbakan Olaf Scholz ile birlikte Almanya'da toplam 9 kişi başbakanlık yaptı.
80 yıllık bir zaman diliminde bu kadar az kişinin başbakanlık yapmış olması, Almanya için bir istikrar göstergesidir.
Merkel dışında, 1966-1969 yılları arasında kısa bir süre başbakanlık yapan Georg Kiesinger istisna tutulursa, Almanya'daki diğer tüm başbakanlar hem dış politikada hem de iç politikada kalıcı izler bıraktı.
II. Dünya Savaşı'nın hemen ardından başbakan olan Konrad Adenauer, Almanya'da savaşın tahribatını gidererek, Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard ile birlikte sosyal devlet anlayışını temel alan sosyal piyasa ekonomisini kurdu.
Almanya'nın ihracat odaklı bu ekonomik modeli, ülkenin kalkınmasını sağlarken, aşırı uçlara neden olabilecek ekonomik dengesizlikleri de ortadan kaldırdı.
Dış politikada ise Almanya'yı ABD liderliğindeki Batı ittifakına dahil ederek Sovyet tehdidinden korudu.
Benzer şekilde, diğer başbakanların da önemli politikaları oldu: Willy Brandt'ın Doğu Politikası (Ostpolitik), Helmut Schmidt'in G7'nin kuruluşuna ve Avronun temellerinin atılmasına öncülük etmesi, Helmut Kohl'un iki Almanya'yı birleştirmesi, Schröder'in dış politikada Almanya'yı Bush'un Irak savaşına karşı çıkarak bağımsız bir eksene çekmesi ve iç politikada Agenda 2010 reformları ile Almanya'nın sonraki yıllarda faydasını gördüğü yapısal dönüşümü gerçekleştirmesi, Almanya'da iz bırakan gelişmelerdir.
Hatta yalnızca 3 yıldır başbakan olan Olaf Scholz bile, Ukrayna savaşı nedeniyle askeri harcamalar için 100 milyar avroluk ek bütçe ayırması ve iç politikada "yeşil enerjiye dönüşüm" adı altında toplam 5 trilyon avroyu aşacak bir enerji dönüşüm programı başlatmasıyla, şimdiden tarihsel anlamda iz bırakacak adımlar attı.
Merkel'i dinlerken zihnimde geçen sorulardan biri de şuydu:
Gerçekten de Merkel'in 16 yıllık başbakanlığında bıraktığı olumlu iz nedir?
Angela Merkel, Die Zeit'in iki tecrübeli gazetecisi Roland Plettner ve Miriam Lau'nun sorularını yanıtlıyor / Fotoğraf: Phil Dera/Zeit Online
Bu soruyu, kendisine soru yönelten gazetecilerden biri olan Roland Plettner da sordu.
Merkel, kısa bir bocalamadan sonra, avronun 2007'de yaşanan küresel ekonomik krizden kurtarılması yanıtını verdi.
Evet, avro o dönemde ilk büyük krizini yaşadı ve Yunanistan merkezli olarak para biriminin dağılması ciddi şekilde tartışıldı.
Ancak avronun dağılmamasında Merkel'den ziyade, dönemin Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi'nin rolünün daha belirleyici olduğunu vurgulamak daha gerçekçi bir yaklaşım olur.
Draghi'nin, "Merkez Bankası olarak neye mal olursa olsun" (Whatever it takes) diyerek avroyu kurtaracaklarını açıklaması, piyasaları yatıştırarak krizi önledi.
Merkel ise Almanya'daki banka mevduatlarının güvencede olduğunu vurgulayarak yalnızca ulusal düzeyde bir sakinleştirici rol oynadı.
Kısacası, avronun kurtarılmasında asıl etken Avrupa Merkez Bankası ve o dönemde bankanın başında bulunan Draghi'nin başarısıdır.
Merkel dönemi Almanya'sı dışarıdan bakıldığında istikrarlı bir izlenim bıraksa da, bu istikrar Merkel'in başarısından ziyade, yukarıda da belirtildiği gibi, Gerhard Schröder'in başbakanlığı döneminde yapılan reformların sonucuydu.
Ancak Merkel hükümetleri iç politikada kayda değer bir reform yapmadı.
Dış politikada ise Kırım'ın 2014 yılında Rusya tarafından ilhakı, İngiltere'nin Brexit ile AB'den ayrılması ve Türkiye'nin AB üyelik perspektifinin tamamen kaybolması gibi gelişmeler Merkel dönemine denk geldi. Merkel, isteseydi İngiltere'nin AB'den çıkmasını engelleyebilirdi.
Brexit, AB'nin ekonomik gücünü yüzde 20, siyasi gücünü ise çok daha fazla oranda azalttı.
Türkiye'nin AB perspektifinin engellenmesi ise başlı başına bir garabetti.
Ancak Merkel'in bunu engelledikten sonra Türkiye'ye imtiyazlı ortaklık veya benzeri bir formatta alternatif sunmaması, jeopolitik gelişmeleri okuyamamasının bir yansımasıdır.
ABD'nin Ukrayna ve Gürcistan'a NATO'ya giriş perspektifi vererek Rusya'yı provoke etmesini de yeterince engelleyici bir rol oynamadı.
Kısacası, 16 yıllık Merkel dönemi gözden geçirildiğinde, iç politikada statükonun korunması, dış politikada ise gelişmeleri geriden takip etme durumu söz konusu.
Ayrıca, Merkel'in kendi parti tabanına yönelik politikaları fazla liberal bulunduğundan dolayı, partisinin muhafazakâr tabanını partiye entegre etmekte zorlandığı görüldü.
Nitekim aşırı sağcı AfD partisi, Merkel'in başbakanlığı döneminde kurulmuş ve hem kurucularının hem de mevcut üst yönetiminin önemli bir kısmı daha önce Merkel'in partisi CDU'da görev almış isimlerden oluştu.
Bir anlamda, AfD, Merkel'in politikalarına tepki gösteren muhafazakârların öncülüğünde kurulmuş bir partidir.
Nitekim Merkel, başbakanlığı bıraktığı 2021 seçimlerinde AfD'nin oy oranı yüzde 10'u aşmıştı.
Yani Merkel, dolaylı olarak Almanya'da aşırı sağın güçlenmesine katkıda bulundu.
Angela Merkel / Fotoğraf: Annegret Hilse/Reuters
Merkel, birey olarak son derece zeki bir insan, bir fizik doktoru.
Kendisiyle yakın çalışan bakanlar ve bürokratların belirttiğine göre, yoğunlaştığı konulara hâkim ve dersine çok iyi çalışan biri olarak tanınıyor.
Ancak tüm bu özelliklerine rağmen, Almanya için gerekli reformları yapamaması ve kendi dönemi sonrası ortaya çıkan sorunları çözememesini nasıl açıklamak gerekir?
Şahsi kanaatim, Merkel'in fazla risk sevmemesinin bunda etkili olduğudur.
Merkel, kamuoyunun aksi kanaatine rağmen risk alıp gerekli gördüğü adımları atan bir lider değildi.
Alman medyasında, Merkel'in önemli kararlardan önce mutlaka anketleri dikkate aldığı ve kamuoyunda farklı algılanabilecek kararlardan kaçındığı sürekli yazıldı.
Bir diğer neden ise, Merkel'in sosyal bilimler alanındaki entelektüel donanımının vizyoner yorumlar yapabilmesi için pek yeterli olmaması gibi görünüyor.
Dinlediğim konuşmasında yaptığı açıklamalar da bu kanaatimi iyice pekiştirdi.
Gazetecinin, Almanya'nın güvenliğini ABD'ye, ekonomisini Çin pazarına ve enerji ihtiyacını Rusya'ya dayandıran "iş modelinin" sonuna gelindiğini neden önceden göremediğiyle ilgili sorusuna lafı dolandırarak, anlaşılır bir cevap verememesi de bu düşüncemi doğrular nitelikteydi.
Tüm bu eleştirilere rağmen Merkel, hayatının ilk 35 yılını Sovyetler kontrolündeki Doğu Almanya'nın baskıcı rejiminde geçirmiş olması nedeniyle özgürlüğe ve demokrasinin değerlerine içtenlikle inanan biriydi.
Yorum Yazın
Facebook Yorum