1948 yılında OECD, 1949 yılında Avrupa Konseyi, 1952 yılında NATO üyeliğine kabul edilen Türkiye, Avrupa'nın bütünleşmesi gayesi ile oluşturulan kurumların hemen hepsine katılmaya çalışmıştır. Yine bu gaye ile 1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na, 1987 yılında ise Avrupa Birliği'ne tam üyelik için başvuru yapmıştır.
Merhum Turgut Özal'ın bu üyelik için şöyle bir açıklaması vardı: "Türkiye'nin resmi üyelik başvurusu, Türk halkının kaderini batı Avrupa halklarının kaderine demirleyerek her türlü belirsizliğe son verecektir."
Ne varki yarım asırdan fazladır Avrupa Birliği'ne üyelik sürecinde yaşanan belirsizlikler hiç sona ermedi. Tam üyelik meselesinde Türkiye'ye verilen sözler hiç tutulmadı...
Avrupa Birliği; sürekli eksiklikler ve tamamlanması gerekenler var diyerek Türkiye'yi oyaladı. Diğer yandan Bulgaristan, Romanya gibi ekonomisi kötü, demokratikleşme ve insan hakları karnesi zayıf ülkeleri dahi, kriterlere uymamasına rağmen üyeliğe kabul etti.
Oysa Türkiye, cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren yönünü sürekli olarak Batı'ya çevirmiş ve iyi ilişkiler kurmuş bir ülkedir. Beş milyonun üzerindeki Türk vatandaşıyla, yarım asırdan fazla bir zaman AB ülkelerinde yaşamakta, milyarlarca Euro'luk cirosuyla, oluşturduğu istihdamıyla, ödediği vergisiyle AB'nin kalkınmasına destek olmaktadır.
Avrupa'yla karşılıklı yakınlaşmadan elbette Türkiye'nin de istifadeleri çok olmuştur..
Sadece Gümrük Birliği Anlaşması bile, üretim kalitemizin fevkalade artmasını sağlamıştır. Bugün merdaneli çamaşır makinası değil de, tam otomatik modern bir çamaşır makinası kullanıyorsak, ürettiğimiz mamüller Avrupa standartlarında bir kaliteyle dünya çapında rekabet ediyorsa, Avrupa Birliği'nin bunda etkisi vardır.. Kısaca AB'ye uyum için açılan fasıllardan bu zamana kadar birçok kazanımlar elde edilmiştir.
İthalat ve ihracat dengesine bakıldığında dahi tarafların birbirini reddetme lüksünün olmadığı görülecektir. Türkiye, AB'nin altıncı büyük tedarikçisidir. Türkiye'nin, ihracatının yarısını yaptığı en önemli pazarı da Avrupa Birliği ülkeleridir. Bu minvalde en sorunlu dönemde bile gerilen ilişkilerden, yapılan ticaret neredeyse minimum düzeyde etkilenmiştir. Dolayısıyla geçmişten günümüze oluşturulan stratejik ortaklık, Türkiye'nin AB'ye, AB'nin de Türkiye'ye olan ihtiyacını ortaya koymaktadır.
Şimdi Avrupa ile yeni bir döneme yelken açılıyor. Bu zamana kadar Şansölye Merkel ile Almanya üzerinden yürütülmeye çalışılan ilişkiler, Merkel'in siyasi başarısızlığı nedeniyle bundan sonra Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'la, Fransa üzerinden yürütülecek gibi görünüyor. Avrupa'nın terör eylemlerine en çok maruz kalan ülkesi Fransa, Avrupa'nın güvenliğinin Türkiye'den geçtiğini iyi biliyor. Yani Merkel'in dağıttı taşları, Macron yerine oturtmaya çalışacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Paris'te Macron'la bir dizi temasları sonrası, dönüş yolunda uçakta yaptığı açıklama ilişkilerin seyri açısından son derece önemlidir:
“Avrupa'yla bazı gerilimler yaşandı. Bu süreci geride bırakalım. Biz, Avrupa’yla ilişkilerin süratle toparlanmasından yanayız. Çünkü siyasette düşmanlığı kalıcı kılmak hiçbir zaman kazandırmaz, fayda da getirmez. Temennim odur ki 2018, Avrupa ile ilişkilerin yumuşama yılı olsun.” diyerek, Avrupa'ya zeytin dalı uzatmıştır.
İtidal ve sağduyunun korunduğu, ince siyasetle ülke menfaatlerinin gözetildiği ortadadır.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun da, Alman mevkidaşı Sigmar Gabriel'le yaptığı görüşme ve çekilen fotoğrafları, Almanya'nın da Türkiye ile sıcak ilişkiler kurmak istediğini göstermektedir. Herşeyden önce diyalog kapısının açık tutulması, tarafların yakınlaşma hususunda gayretleri, gelecek adına ümit vericidir. Çünkü Avrupa Birliği hala dünya siyaseti üzerinde ağırlığını korumaktadır.
Hiç şüphesiz AB üzerinde tesiri olan, gerek oy çokluğu gerekse finansal anlamda yürütücü iki ülkesi Fransa ve Almanya’dır. Türkiye'nin, İtalya ve Fransa’nın da dâhil olduğu uzun menzilli hava ve füze savunma sisteminin gelişimi ve üretimi için Eurosam ile bir anlaşmaya varması, önyargıları kaldırıp, sürecin gelişimini olumlu yönde etkileyecektir.
Artık yeni dönem içinde, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında geliştirilmeye çalışılan ilişkilerde, süreç karşılıklı söylemlerle riske atılmamalı, bilakis çıkar ve menfaatler esas alınarak korunmaya çalışılmalıdır.
Geçmişte ilişkileri bozmuş eski politikaların, yeni dönemde sürdürülmesi de taraflara bir kazanım sağlamayacaktır.
AB, önceki dönem açılan fasıllarda, Türkiye'den devamlı olmazları isteyerek süreci tıkamıştı. Türkiye'nin egemenliğine saygı konusunda sorumsuz açıklamaları, güvenliğini tehdit eden terör örgütlerine destek veren politikaları, ülkenin içişlerinde aleni taraf olmaları, Ankara'yı Avrupa'dan uzaklaştırmıştı.
Yeni dönemde ise AB, Türkiye'nin konjonktürel durumu ve hassasiyetlerine özellikle dikkat ederek hareket etmelidir.
Türkiye'yi, sadece göçmen meselesinde masaya oturulacak bir partner, terörle mücadelede işbirliği yapılacak bir ülke olarak değerlendirmemelidir. Dış politikasındaki hareket alanına saygı göstermelidir. Çünkü eski Türkiye artık yoktur...
Ayrıca yeni dönemde AB, Türk vatandaşlarına vize muafiyeti kararı ve mülteci anlaşmasının gerekliliklerini, Ankara'ya söz verdiği şekilde yerine getirmelidir.
Türkiye'nin seçenekleri çoktur ama Avrupa'nın neredeyse yoktur?...
Ankara'nın Avrupa'dan kopmaması, Rusya ve Çin bloğuna yanaşmaması, Batı ile yaşadığı sorunların bitmesine ve AB'nin geliştireceği yeni stratejilerle, kuracağı ilişkinin derinliğine bağlı olacaktır.
Güngör Gökdağ