Bizimkisi bir aşk hikayesi… Ama karşılıksız
İki önemli neden Türkiye'de son yıllarda Avrupalı Türklere yönelik artan dışlayıcı ve ayrımcı tavrın gerekçesi olabilir. Bunlardan bir tanesi, Avrupalı Türklerin muhafazakar eğilimleri ve siyasi tercihleridir. İkinci ve asıl önemli neden ise ekonomik.
İsviçre merkezli yayın yapan Neue Züricher Zeitung'un Türkiye temsilcisi Volker Pabst Türk plakalı aracı ile bu yıl İsviçre'ye yaptığı seyhati anlatan yazısına şu satırlar ile başlıyor: "Türkiye'de kayıtlı bir araç ile İsviçre'ye gittiğiniz zaman İsviçre'de trafiğe çıkmak durumundasınız. İşte gerçek macera bundan sonra başlıyor." Pabst yazının devamında İsviçre'de normal şartlarda komşularından, polisten ve sıradan insanlardan görmeyeceği menfi muameleleri Türk plakalı aracı ile nasıl gördüğünü ilginç bir şekilde anlatıyor.
Benzer muameleyi son bir kaç yıldır Avrupa'dan Türkiye'ye araçlı, araçsız giden diaspora veya Avrupalı Türklerin gördüğüne ayne'l yakîn şahit olmuş biri olarak bu yazıyı kaleme alıyorum. Bundan dolayı bu yazı sadece bir sosyal bilimcinin gözlemlerinin ve tesbitlerinin yazıya dökülmüş hali değil, aynı zamanda Alman plakalı bir araç ile Türkiye'de trafiğe çıkmış Avrupa'da yaşayan bir Türkün duygusal yansımalarını da içeriyor.
Tepki eskiden beri var
Türkiye'de son yıllarda "Almancı" veya "Gurbetçi" olarak adlandırılan, normali ise "Diaspora Türkleri" ya da "Avrupalı Türkler" olması gereken kesime karşı oluşmuş bir tepkinin varlığını elle tutulur ve gözle görülür bir şekilde hissetmek mümkün. Çok eskilerden itibaren, özellikle Avrupalı Türklere karşı küçümseyici, yukarıdan bakan bir tavır söz konusu Türkiye'de. Geçmişten günümüze Türk filimlerinde ve dizilerinde Avrupalı Türkleri yarım akıllı, görgüsüz, şımarık gibi gösteren sahneleri bulmak için uzun araştırmalar yapmaya gerek yok. Yurt dışında yaşayan Türklere karşı oluşmuş bu menfi tutumun nedenlerini analiz etmeden önce, diasporadaki Türklerin durumuna göz atmakta fayda var.
1960'ların başından itibaren bugün sayıları 7 milyonu bulan insan Türkiye'den ağırlıklı olarak ekonomik nedenler ile ama bazen de siyasi nedenler ile göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu 7 milyonun 5 milyondan fazlası bugün Almanya, Fransa, Hollanda gibi Batı Avrupa ülkelerinde yaşamaktadırlar. Dolayısı ile tarihsel süreçte sürekli göç alan Türkiye ilk defa 60 yıla aşkın bir süredir dışarıya göç verme durumunda kalmıştır. Öncelikle diaspora Türklerinin Türkiye'ye ekonomik katkısı çok büyüktür. Yurt dışında biriktirdikleri para ile Türkiye'ye yaptıkları yatırımlar ve yakın akrabalarına yaptıkları yardımlar ile dünyada hiçbir kalkınma bankasının veremeyeceği desteği verimli bir şekilde Türkiye için gerçekleştirdiler. Ayrıca Türkiye'ye iş veya tatil amaçlı geldikleri zaman farklı milletlerden gelen bir turistten ortalama yüzde 20 daha fazla para harcamaktadırlar. Bu ekonomik katkının dışında diasporadaki Türkler yurt dışında Türkiye için yaptıkları lobi faaliyetleri ile anavatanlarına siyasi destek de veriyorlar. Yine spordan sanata Türkiye'de diaspora Türklerinin tüm bu müsbet katkılarını görmek için derin araştırmalar yapmaya gerek bulunmamaktadır.
Sınırdan geçiş ritüeli
Diaspora Türklerinin Türkiye'ye söz konusu katkılarından öte, gönül bağları çok daha fazladır. Adeta aşk ile bir bağlılık var Türkiye'ye, aradan dört nesil geçmesine rağmen. Dördüncü nesilden gençlerin önemli bir kısmın hâlâ hayali uzun vadede Türkiye'de yaşamaktır. Türkiye'ye olan aşk ve saygının boyutunu tasvir etmek için gördüğüm bir olayı anlatmak faydalı olabilir. Çocukluğumuzda araba ile Türkiye'ye gelirken, babalarımız Bulgaristan'dan Türkiye sınırına yaklaştıklarında, bir benzin istasyonunda durur, tıraş olur, kravatını takar, arabanın içini temizler ve Türkiye'ye öyle giriş yaparlardı. Pespaye bir halde ülkemize girmeyelim diye.
Fakat son yıllarda Türkiye'de toplumun önemli bir kesiminde eskiden beri toplumun yine bir kısımında özellikle Avrupalı Türklere karşı var olan yukarıdan ve küçümseyici bakışın ötesinde bir tepki söz konusu. Özellikle sosyal medyada Avrupalı Türklere karşı konu ile alakası olmayan tipler tepki gösteriyor. Örneğin Twitter hesabındaki bilgilere göre ilahiyat pröfesörü olan bir akademisyen bu yılın haziran ayında, izin mevsimi başladığı zaman şöyle bir paylaşımda bulunmuş: "Bir gurbetçi Kapıkule'yi geçer geçmez neden emniyet kemerini çıkarır ve gaza yüklenir? Kurallara uymamaya iten nedir? Kötü bir vatandaş olması mı kuralsız bir toplum olduğumuz inancı mı?..." Bu iddayı hangi verilere dayanarak ortaya atıyor belli değil. Bir defa Avrupa'da doğmuş bir insan nasıl hâlâ gurbetçi oluyor? Ayrıca şahsen defalarca araç ile Almanya'dan Türkiye'ye geldim, ne kemer çıkaranı gördüm, ne de gaza basanı. Zaten Kapıkule'den girdikten sonra sıkı polis denetimi var, gereksiz gaza basanlara anında ceza kesiyorlar.
Ya da yine Jeofizik Mühendisiliği alanında profesör olan başka bir akademisyenin Almanya'da yaşayan Türklere yönelik attiği şu tweet de ibretlik: "Köy/Kır/Orman hayatı güzellemesi yapanların Almanya'da yaşayıp Türkiye güzellemesi yapanlardan farkı yok gibi."
Küçümseyen tavır
Küçük bir sosyal medya taraması yapıldığı takdirde, özelikle Avrupa'da yaşayan Türklere yönelik dışlayıcı, aşağılayıcı, küçümseyici binlerce paylaşım bulmak mümkün. Bu tür paylaşımların dışında son yıllarda sokakta ve gündelik hayatta da Avrupalı Türklerin ikili ilişkilerde de ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kaldıklarını hem kendi tecrübelerimden, hem de arkadaş ve akraba çevremden biliyorum. Örneğin Alman plakalı bir araç ile İstanbul'da polis hiçbir gerekçe yok iken beni durdurdu. Gayet samimi ve yumuşak bir şekilde memura Türkçe olarak; "daha yeni geldim Türkiye'ye, hemen ceza mı yazacaksınız?" dedim. Polis gayet ciddi bir şekilde "Sizin ülkenizde polis insanları durdurdurmuyor mu?" diye cevap verdi. Sizin ülke ile kastı Almanya. Polis memuruna göre biz Türk değiliz ve Türkiye bizim ülkemiz değil. Benim yaşadığım bu tecrübenin benzerini tatilini son yıllarda Türkiye'de geçiren başka kişilerden de epey dinledim.
İstanbul'u görmeden...
Avrupa'da yaşayan Türklere yönelik öteden beri var olan yukarıdan bakan ve küçümseyici tavrı nisbeten kırsaldan Avrupa'ya giden birinci neslin eğitim durumunun düşük olması ile açıklamak belki mümkün. O dönem "İstanbul'u görmeden Avrupayı görenler" diye bir söz vardı. Bu gerçek Avrupa'ya giden ilk nesli küçümsemek için haklı bir neden sayılmamakla birlikte, bir noktaya kadar bu tavrı açıklamak için bir gerekçe olabilir.
Fakat özellikle ikinci nesil ile birlikte Avrupa'da yaşayan Türklerin profili fazlasıyla değişti. Eğitim durumları yükseldi, maddi gelirleri arttı. Buna rağmen Avrupalı Türklere yönelik bu küçümsemeyi ve dışlamayı nasıl açıklayabiliriz? Mesela bir jeofizik mühendisi neye dayanarak Avrupalı Türklerden daha iyi bir Türkiye analizi yapabilme iddiasını taşıyabiliyor ve ima edebiliyor? Ya da bir ilahiyatcı, alanı olmamasına rağmen neden Avrupalı Türklerin medeniyet sınırını zorlayan insanlar olduklarına atıfta bulunuyor?
Muhafazakar eğilimler
Bu soruların muhtemelen birçok cevabı olmakla birlikte, şahsi gözlemlerime göre iki önemli neden son yıllarda Avrupalı Türklere yönelik var olan dışlayıcı ve ayrımcı tavrın gerekçesi olabilir. Bunlardan bir tanesi, Avrupalı Türklerin muhafazakar eğilimleri ve siyasi tercihleridir. 2014 yılından itibaren diasporadaki Türkler Türkiye genel seçimlerinde oy kullanabiliyorlar. Yurt dışında yaklaşık üç milyon seçme hakkı olan Türk vatandaşı bulunuyor. Bunların yaklaşık 1,5 milyonu oylarını son seçimde kullandı. Bu oran Türkiye'deki seçmen kitlesinin yaklaşık yüzde üçüne tekabül etmektedir. Son seçimde AK Parti yurt dışında verilen oyların yaklaşık yüzde 60'ını aldı, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan son seçimde aldığı yüzde 51,5 oyun yüzde 1,5'ni yurt dışındaki ikamet eden vatandaşlardan aldı. Türkiye'deki AK Parti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtı kesimlerin önemli bir kısmı bu nedenden dolayı yurt dışında ve özellikle Batı Avrupa'da yaşayan seçmenlere tepkili. Nitekim son dönemde yurt dışında yaşayan Türklerin oy kullanma hakkının ellerinden alınmasına dair görüşler de bu tepkinin en bariz göstergelerinden.
Avrupalı Türklere olan tepkinin ikinci ve asıl önemli nedeni ise ekonomik gerekçelere dayanan kıskançlıktan geliyor. "Euro bozdurup TL harcıyorsunuz" nakaratı bu kıskançlığın avamca dışa vurumunu oluşturuyor. Çok eskilerden itibaren Avrupalı Türklere karşı ekonomik nedenlerden dolayı üstü kapalı bir kıskançlık vardı. Fakat akraba ve arkadaşlık bağı ilk dönemlerde daha sıkıydı. Ayrıca Türk toplumu son yıllarda şehirleşme ile birlikte yaşadığı toplumsal dönüşümü daha gerçekleştirmiş değildi. Tepkilerini daha nazikçe dile getiriyorlardı.
Psikolojik bir ayrım mı?
Bu gerçeklerden yola çıkarak sosyolojik olarak Türkiye'de yaşayan insanlar ile diasporada yaşayan Türkler arasında piskolojik bir ayrım sürecinin başlamış olduğu varsayımında bulunabiliriz. Bu durum uzun vadeli bakıldığı zaman her iki kesim için de iç açıcı bir durum değil. Diaspora Türkleri kendilerine karşı anavatanlarında oluşmuş bu ayrımcı ve dışlayıcı tavrın sonucu olarak Türkiye'ye küserek aidiyet duygularını kaybedebilirler. Aidiyet duygusu kaybolduğu taktirde, yaşadıkları ülkelere asimilasyon süreçleri hızlanacaktır. Bulundukları ülkelere asimile olmuş diaspora Türklerinin Türkiye'ye olan katkıları süreç içinde minimize olacaktır. Türkiye bu vesile ile ekonomik, kültürel ve siyasi anlamda yurt dışında çok önemli bir dayanağını kaybedecektir. Bundan dolayı Türkiye'de kanaat önderi ve sorumluluk konumunda olan kimseler diaspora Türklerine karşı oluşan bu nefret dilinin önüne geçmelidirler.
Diaspora politikası
Türkiye devlet politikası olarak gerçek anlamda bir diaspora politikası ve bu politikayı destekleyen kurum ve projeler oluşturulmalıdır. Son yıllarda bu amaçla kurulmuş kurumlar iyi niyetle çalışmalarına rağmen, gerekli etkiyi oluşturmakta bazen yetersiz kalmaktadırlar. Bu anlamda yurt dışında 7 milyon insanı bulunan Türkiye mutlaka bir diaspora bakanlığını kurmalıdır.
Diaspora Türklerine karşı olan tepkinin ana nedeni olmazsa da, tali nedenlerinden birisi son yıllarda Türkiye'ye özellikle Arap Baharı sonrası başta Suriye olmak üzere bölgedeki tüm istikrarsız ülkelerden gelen göçmenlerdir. Bu yoğun ve çaplı göçün özellikle İstanbul, İzmir gibi büyükşehirlerde halkın kahir ekseriyeti tarafından olumsuz karşılanmaktadır. Bu göçün nasıl idare edileceği de Türkiye'nin geleceği için fazlasıyla ehemmiyetli bir konu. İyi yönetilirse, bundan orta ve uzun vadede faydalı çıkılabilir, aksi pahalıya mal olabilir.
Her gelen Hızır, her gece Kadir
Bu meselenenin sosyolojik boyutunu tam kavrayabilmek için konuya tarihi bir perspektiften bakmak faydalıdır. Türk toplumu Müslüman bir toplumdur. İslamiyette misafir ağırlamak önemli bir ibadettir. Peygamberimiz bir hadisi şerifte "Misafir on rızkla gelir birini yer, dokuzunu bırakır gider" der. Bununla misafirin bereket boyutuna vurgu yapar. Bu hadise uygun olarak Anadolu'da zamanla oluşmuş güzel sözler vardır. Bunlardan bir tanesi, "...her geleni Hızır, her geceyi Kadir bil." Ayrıca Türkiye'de otelcilik ve lokantacılığın yakın zamana kadar gelişmemiş olmasının sebebini birtakım sosyal bilimciler Anadolu'daki dini duygulardan ilham misafirperverliğe bağlarlar. Fakat Türk toplumu 1980'lerden itibaren yaşadığı şehirleşme ile değişti, çağdaş tabirle "modern toplum" haline geldi. Bundan dolayı da Suriyelilere ve yukarıda tasvir edildiği şekli ile diaspora Türklerine gösterilen tepki biraz da bu sosyolojik dönüşümün sonucudur.
Oysa Türk toplumunun kendisinin Anadolu'ya gelişi bir göç hikayesinin sonucudur. Osmanlı Devleti kuruldugu zaman, özellikle Moğol baskınından dolayı Asya'dan gelen göçü iyi yöneterek hem genişleme sürecini gerçekleştirmiş, hem de gelen göçmenler arasında yetenekli olanların becerilerinden faydalanmıştır. Yine cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yeni kurulan Türkiye'ye özellikle Balkanlardan gelen göçmenleri topluma entegre etmeyi başararak bunların hünerlerinden faydalanmayı bilmiştir.
Türkiye gerek diaspora Türkleri ile olan ilişkisini, gerek ise son yıllarda almış olduğu göçü iyi yönetebilir ise, risk gibi görünen durumu bir şansa çevirebilir. Dünyanın en büyük ekonomisine sahip ABD bir göçmen ülkesi, dünyada en fazla ihracat yapan Almanya'nın nüfüsunun yüzde 26'sı son 60 yılda ülkeye gelen göçmenlerden oluşuyor. ABD'de Nobel Ödülü'nü alan insanların yüzde 80'i göçmen veya göçmen kökenli insanlardan oluşuyor. Türkiye bu süreci yönetecek tarihsel birikime sahip, yeter ki aklı selim hareket etsin.
Yorum Yazın
Facebook Yorum