ÇALIŞMAYA VE VATANA ÖZLEM
Yıllarca çalışma ortamından sonra malulen emekliliğin verdiği zorluklar beni boşluğa itti. Yaşadığım bu boşluğun, boş oturmanın bana göre olmadığını anladım ve bir şeyler yapmam gerektiğini düşündüm. Türkçeden sonra ikinci lisanım Flemençe’yle boş vaktimi değerlendirmek ve aynı zamanda topluma yararlı olmak istedim…
İnternet kanalıyla araştırma sonucu yirmi beş yıl iş geçmişi olan tercümanlık bürosu İnterofis’le irtibata geçtim. Pratik bir iş tutumları oldukları her hallerinden belli oluyordu. Aynı gün içerisinde randevuyu verdiler. Ofislerine gittiğimde evraklar dolduruldu gerekli işlemler yapıldı ve kısmi süreli noter tercümanı olarak evraklarım hazırlandı. Böylece İnterofis’de bilirkişi yeminli tercüman olarak çalışmaya başladım…
Özel sebepler ve Hollanda’ya gidip gelmemden dolayı bana karşı esneklerdi aynı zamanda afiste sıcak bir aile ortamı vardı. Kim bilir belki de İnterofis sahibinin Gurbetçi olmasından kaynaklanıyordu. Benim için haftada bir kaç saat çalışmak farklı ortamlarda bulunmak ilginçti ve bir o kadarda zevkliydi. Dolayısıyla vaktimi boşa harcamamış oluyordum. Yaptığım işi ve iş ortamını önemsiyordum, yormuyorlardı yorulmuyordum…
Görevim esnasında emniyette ve adliyede adli terimlerden dolayı zorlandım. Uzun yıllar tanıdığım bir ahbabım, Rotterdam Başkonsolosluğunda çalışan Uğur Şen’den içeriğinde adli terimler olan Türkçe Hollandaca bir çevri kitabı istedim. Bir ahbabıyla göndereceğini ve en kısa zamanda elime ulaşacağını bildirdi…
Ahbabımın gönderisini beklemeye koyuldum, ama bu arada boş oturmadım. İnternetten adli terimleri özenle bulup öğreniyordum ve sorunumu böyle bu şekilde telafi ediyordum…
En son tercümanlığımda Antalya Adalet Sarayı’nda ağır cezada görevdeyim. Türkiye’de yaşayan Hollandalı bir avukat ve karşı taraf olarak üç gencin mahkemesi var. Yaşları yirmi ile otuz arasında olan o gençler işledikleri suçlardan dolayı on altı yıl ceza aldılar. Çocuklardan ve aldıkları cezadan o kadar etkilendim ki, gençlerin etkisini üzerimden atamadım…
Sonuçta ben bir anaydım o anda gözümün önüne oğlum geldi ve içim cız etti. Çocuklara bakıp duygularımı orada bulunan herkesten gizlemeye çalıştım ve şaşkın şaşkın yüreğim sızlayarak acı içinde iç dünyama daldım. Yüreğim sızlayarak iç dünyamla savaştım: “Beni bu kadar etkilediniz yaraladınız, ben sizin anneniz olsaydım şu anda halim nice olurdu? Nasıl katlanırdım acaba?” diye içten içe sızlandım.
Yaptığım görev beni bu kadar etkiliyorsa strese girmemem gerekirken beni strese sokuyorsa görevimi düzgün yapamayacağımı düşündüm. Bu durum annelik duygularımı aşırı öne çıkarmıştı ve bana açı veriyordu. Duygularım tercümanlığımın önüne geçmişti ve bana çok ağır geliyordu. Görevimde sağlıklı ve verimli olmayacağımı düşünerek severek yaptığım işten, o sıcak ortamdan istemeyerek ayrılmak zorunda kaldım…
Uzun süreli çalışacağım bir iş ortamı derken çalışmam çok kısa soluklu oldu. Böylece çalışma arzum isteğimde son görevimden sonra son buldu. Lakin olayın etkisi hala benliğimdeydi. Bir akşamüstü balkonumda sanat müziği eşliğinde Atatürk’ün NUTUK atlı kitabını okuyorum. Telefonum çaldı açtım. “Merhaba, Rotterdam’dan Ömer Aşıran bende bir emanetiniz var gelip alır mısınız?” Dedi.
Telefondaki kişi ahbabımın dostuydu: “Tabii Ömer bey, adresi verin gelirim.” Dedim.
Adresi veren arkadaşa gittim. Emanetim arkadaşımın bana yolladığı çevri kitabıydı çok mutlu oldum…
Evet ya evet, dostluklar bitmemişti ve hala vardı. İçeriğinden adli terimler olan çevri kitabını elime aldığımda: “Dostluklar bu olsa gerek, işte dostluk budur.” Diyordum.
Ömer beyle sahil kenarında ince bardakta demli çay eşliğinde yarım saat kadar bir sohbetimiz oldu. Sohbetimiz Avrupa’da yaşayan Gurbetçiler ve Türkiye’deki yaşama adapte olmanın zorluklarıydı. Avrupa’yı ve Türkiye’yi birebir yaşayan birisi olarak bana: “Zekiye hanım sizden bir arzum olacak, sahibi olduğum SonHaber.NL gazete köşemizde kesin dönüş yapmak isteyenleri aydınlatmak adına Hollanda ve Türkiye aksanında yaşadığınız olumlu ya da olumsuz olayları yazar mısınız?” Dedi.
Yazmak benim için yıllarca bir hobiydi, bu istek beni evde tembel tembel oturmaktan kurtaracaktı: “Tabii Ömer bey neden olmasın vaktim oldukça yazarım.” Diye söz verip vedalaşarak ayrıldım.
Eve geldiğimde kendimle konuşuyordum: “Kızım söz verdin, ama nasıl bir yükün altına girdiğinin farkında mısın? Etrafındaki insanları hiç üzmeden, kırmadan ve dökmeden yazmayı başarabilecek misin?” diyordum.
Ömer beye nihayet verdiğim o sözü yerine getirerek Hayalimdeki Türkiye adında ilk makalemi yazıp yolladım!
Türkiye’de yaşayan Hollandalıların yaşantılarını araştırarak SonHaber.NL ekranına taşımam ikinci istekleriydi. Bu teklif benim adıma bir onurdu ve gururdu. Değere değer katabileceğim gerçek, ama macera dolu bir yayın olacaktı. Hollandalılar ve oradaki Türk Asıllı Hollandalılar açısından anlam yüklü Gurbet anatomisiyle anlam bulacaktı: “Gurbetçiler açısından özel bir program yapılmalıydı ve onların gözü kulağı sözü özü yüreği olmalıydım.” Diyordum, ama sağlığım buna elvermiyordu.
Çalışma şevkim, çalışma isteğim içimde o kadar yoğundu ki, o kadar istekli haldeydim ki, “Evet ya da hayır.” Diyemiyor, kendimce kendime bahaneler arıyordum.
Evde boşu boşuna oturmayı kendime yediremiyordum, hazmedemiyordum. Lakin malulen emekliydim. Ciddi sağlık sorunumu göz önünde bulundurup tembelliğe alışmak zorunda kalıyordum. Yıllarca çalıştıktan sonra boşa düşmenin zor bir durum olduğunu yaşayarak görüyordum. Doğal olarak da durumu kabullenmekten başka çare bulamıyordum…
SonHaber.NL Yayın Yönetmeni Yazar/Şair Yavuz Nufel’in teşvikine rağmen, sağlığımdan dolayı yazmayı kısa bir süre sonra bırakmış oldum…
Daha yapabileceğim insanlara yararlı olabileceğim çok şey olduğunu, ama bazı engelleri aşmanın da imkansız olduğunu ve kendimi fazla zorlamanın hiçbir anlamının olmadığını yorulacağımı biliyordum. Kendime teselli yolu olarak da: “Pes etme yok kızım” deyip kendimce tekrar kağıt kalem alarak karalamaya başlıyordum.
Uyum sorunu yaşadığım anavatanımda duygularımı düşüncelerimi bütün benliğimle yürekten kendi dilimce yazarak ifade etmeye başlıyordum. Tembellik hissimi hafifletmek için yazarak bu çalışma isteğimi biraz olsun dengelemeye çalışıyordum…
Bütün çıplaklığıyla şu bir gerçek ki, “Ülkem ülküm” diye hıçkıran haykıran duygularımla, damarımda dolaşan kanımda, Gurbeti öz anavatanımda da hissederek yaşıyordum…
Düşünmeden edemiyordum, yaşadığım bir uyum sorunumu yoksa farklılık oluşturan farklılıkların kabullenilmemesi olayı mıydı?
Kendime her gün sormadan edemiyordum, ama nedense bir türlü cevabını bulamıyordum. Ya da çoktan bulmuştum fakat kabullenmiyordum. Suçlu aramak yerineyse surda sırda sırdaş arıyorken, kitaplarımla kalemimle ve defterimle arkadaş oluyordum.
Hani: “Savaş olmadan barış olmaz.” Diyorlar ya…
Savaştığım yüreğimle benliğimle barışmaya çalışıyordum…
Hani: “Ağlamayan gülmenin tadına varamaz.” Diyorlar ya…
Sorunları yüreğime yük dert etmeden, sevdamla rüyalarımla ve yazmakla günlerimi dolduruyordum…
İlginçtir Hollanda’ya gittiğimde Türkiye’yi doğduğum toprakları özlüyorum. Türkiye’ye geldiğimdeyse çocukluğumun genç kızlığımın ülkesi Hollanda’yı özlüyorum!
Artık çalışma isteğimin yerine malum durumu kabullenip her iki tarafında güzel yönlerine bakarak ufacık şeylerden haz alıp mutlu olmak istiyordum.
“Buralar bizim” …
“Buralar bizim” …
“Bir karar ver ülkeni seç” diyenlere…
“Biz yaşadığımız ülkede ne yabancıyız ne de Almancı, bizim vatanımız hem Hollanda hem de Türkiye bunu kabullenmeniz zor mu?” diyorum. Ve her iki ülkeyi sizin tahmin edemeyeceğiniz kadar yürekten ve çıkarsızca seviyorum!