DİL VE DÜŞÜNCE ARASINDA: BELLEK, GÖLGE VE AYNA
Dil ve düşünce ilişkisi, ortakyaşarlık (simbiyotik) ilişkisi değildir. Dil, düşüncenin uzak akrabasıdır gerçekte. Onu ancak dolaylı olarak belirleyebilir. Bu dolayım, bellek aracılığıyla sağlanır. Bellek, dilin bazı nüvelerini düşünceye sunar ama ancak ara sıra bütün içeriğini aktarır düşünceye, her zaman değil.
Belleğin düşünce üzerindeki kontrolünün niceliği, kendisine sunulan dilin içeriğinin zenginliğine bağlıdır. Dil ne kadar unsur bağışlarsa belleğe, düşüncenin tutsaklığı o ölçüde artar ama düşüncenin tutsaklığı geçicidir. Düşünce, belleğe bütünüyle bağımlı hâle geldiğinde dil devreye girer ve düşüncenin biçimlenmesine ve gelişmesine yardımcı olur.
Bellek yalnızca, dille düşünce arasındaki bu yakınlaşmada geri çekilir. Bu aşamada, dil düşünce üzerindeki baskıyı kaldırır, sahip olduğu olanakları ona sunar. Genel olarak ortalama bir zekâ düzeyine sahip olarak nitelendirilen birisinin sıra dışı ve parlak bir fikir sunmasının nedeni budur. Söz konusu kişi, belleğinin yaratığı baskıdan, psikolojik veya toplumsal bir etken tarafından kurtulmuş ve kendisinden beklenilmeyen düşünceleri üretebilmiştir. Burada asıl olan, o kişinin her zaman için ileri düzeyde düşünce üretebilme potansiyeline sahip olmasıdır.
Bellek, söz arasındaki boşluklarda yansıtır kendisini. Konuşmacının söylevinde ara sıra görülen duraklamalar, kesintiler her zaman o konuşmacının söylevinin içeriğine hâkim olmadığını göstermez. Bazen bellek sözcüklerin tümceler olarak kurulmasına izin vermez çünkü. Konuşmacı aynı zamanda sözcüklerin saldırısına uğrayabilir ve uygun olan sözcüğün aranması duraklamaya neden olur.
Bu, karmaşık bir ilişkidir. Bir konuya hâkimiyet, sözcüklere de hâkimiyet anlamına gelmez çünkü bellek her zaman belirleyicidir ve onun kapsama alanına giren düşünce, her zaman bütünüyle kendisini açamaz kullanıcıya. Bellekten bağımsız bir düşünce söz konusu değildir. Bu döngü, sonsuza kadar sürer.
Dil asla gerçek anlamda düşünce tarafından temsil edilemez. Bu, insanın bütünüyle yaşamı tanımlayabilmesinin olanaksız olduğunun bir kanıtıdır bir bakıma. Dil, yüzünü sürekli canlı olana süreğen olana döner, yüzünün arkasında gölgede kalansa hep düşüncedir.
Bellekse her ikisinin gerçekliğini örterek başka bir şekle dönüştüren aynadır.
Dil ve düşünce ilişkisi, ortakyaşarlık (simbiyotik) ilişkisi değildir. Dil, düşüncenin uzak akrabasıdır gerçekte. Onu ancak dolaylı olarak belirleyebilir. Bu dolayım, bellek aracılığıyla sağlanır. Bellek, dilin bazı nüvelerini düşünceye sunar ama ancak ara sıra bütün içeriğini aktarır düşünceye, her zaman değil.
Belleğin düşünce üzerindeki kontrolünün niceliği, kendisine sunulan dilin içeriğinin zenginliğine bağlıdır. Dil ne kadar unsur bağışlarsa belleğe, düşüncenin tutsaklığı o ölçüde artar ama düşüncenin tutsaklığı geçicidir. Düşünce, belleğe bütünüyle bağımlı hâle geldiğinde dil devreye girer ve düşüncenin biçimlenmesine ve gelişmesine yardımcı olur.
Bellek yalnızca, dille düşünce arasındaki bu yakınlaşmada geri çekilir. Bu aşamada, dil düşünce üzerindeki baskıyı kaldırır, sahip olduğu olanakları ona sunar. Genel olarak ortalama bir zekâ düzeyine sahip olarak nitelendirilen birisinin sıra dışı ve parlak bir fikir sunmasının nedeni budur. Söz konusu kişi, belleğinin yaratığı baskıdan, psikolojik veya toplumsal bir etken tarafından kurtulmuş ve kendisinden beklenilmeyen düşünceleri üretebilmiştir. Burada asıl olan, o kişinin her zaman için ileri düzeyde düşünce üretebilme potansiyeline sahip olmasıdır.
Bellek, söz arasındaki boşluklarda yansıtır kendisini. Konuşmacının söylevinde ara sıra görülen duraklamalar, kesintiler her zaman o konuşmacının söylevinin içeriğine hâkim olmadığını göstermez. Bazen bellek sözcüklerin tümceler olarak kurulmasına izin vermez çünkü. Konuşmacı aynı zamanda sözcüklerin saldırısına uğrayabilir ve uygun olan sözcüğün aranması duraklamaya neden olur.
Bu, karmaşık bir ilişkidir. Bir konuya hâkimiyet, sözcüklere de hâkimiyet anlamına gelmez çünkü bellek her zaman belirleyicidir ve onun kapsama alanına giren düşünce, her zaman bütünüyle kendisini açamaz kullanıcıya. Bellekten bağımsız bir düşünce söz konusu değildir. Bu döngü, sonsuza kadar sürer.
Dil asla gerçek anlamda düşünce tarafından temsil edilemez. Bu, insanın bütünüyle yaşamı tanımlayabilmesinin olanaksız olduğunun bir kanıtıdır bir bakıma. Dil, yüzünü sürekli canlı olana süreğen olana döner, yüzünün arkasında gölgede kalansa hep düşüncedir.
Bellekse her ikisinin gerçekliğini örterek başka bir şekle dönüştüren aynadır.
Yorum Yazın
Facebook Yorum