Ayşe Sezgin YİĞİT
“Ne kadar aklımıza uygun yaşıyorsak, hayatın anlamını o kadar az anlarız.” Leo Tolstoy
Hayatın anlamı nedir? Mutluluğun tarifi nedir? Bu sorular insanlığın aradığı zor sorular ve bireysel olarak herkesin cevap vermesi sorgulaması gereken sorular.
Böyle bir yazı yazmadan hayatım boyunca başıma gelenler gözümün önünden geçiverdi. Bir ömür bir geceye derç edildi. Gece boyunca yudumladığım kahvelerin telveleri beyin nöronlarımı uyarmış olmalı ki gözüme bir damla uyku gelmedi. Beklide hayatım boyunca çektiğim acılardandır ama ben yine bahaneyi kahvenin telvesindendir diyerek kendimi teselli ediyorum. Zor geceydi vesselam… Beni teselli eden ise kulağıma gelen Hz. Mevlana’nın “Aşığın Canı” şiirinden Majid Derakhshani bestelediği Jane Ashegh söylediği güzel nameler böylece gönül tellerimi akort etti...
“Eğer aşığın canı tutuşursa, bu alemi ateşe verir, ve bu köksüz evreni, zerreler gibi dağıtır, gökyüzünü yarar o ateş, ne kevn baki kalır ne mekan, dünya karışır, ve bu sevinç hüzne dönüşür, güneş insanın canındaki nur gibi güçsüz olur, namahremlere az şey sor, mahremler az konuştuğu zaman, ne dert kalır ne deva, ne düşman kalır ne şahit, ne ney kalır ne sesi, ne arp sazı kalın ve ince çalar, Yaradan bir ateş yakmış, bütün ondan olmayanları yakmış
bu ateş gönlü yakar, evrenin kalbini ateşe verir.”
Bize hayatın içinde emredilen amaçlar yerine kendi amacımızı belirlemeliydik. Ama bu olmadı bize şeytanla iş birliği yapan iktidarların pompaladığı yaşam biçimleri hayatı algılama körlüğüne düşürüverdi bizi. Savrulduk çırpıntılı denizlerde güvenli bir liman bulmak için.
İkinci Dünya Savaşı bütün Avrupa’yı hallaç pamuğu gibi atıverdi. Bu acı verici durum sonucu sorgulamalar artı. Hayatın anlamı ve mutluluk tarifleri yeniden yapıldı.
“…Varoluşçuluk, dönemindeki güç mücadelelerini sorgulayarak gelişti ve hayatın anlamı sorusunu konu edindi. Var olmak nedir, neden yaşıyoruz, hayat nedir gibi sorular insanın iktidardan azat olması ile belirdi. Başkasının amaçlarına, güç mücadelelerine alet olmayan insan hayatın anlamını merak etti. Başkasının çıkarlarına yönelik amaçlar, birtakım kişilerce verilmedikçe hayatın bir anlamı yoktu. …”
“Modernlik” bireysel özgürlük masalı ile insanlığın önüne atılıverdi bir kemik misali. Böylece “Modernlik” Modern köleliğe dönüşüverdi. Bireyselleşen insan her üç ayda kendisini ayrıcalıklı hissetmesi için yeni model cep teflonunu almalıydı, ne pahasına olursa olsun. Mutluluk, yeniye sahip olmak diye tarif edilir oldu. Sadece ve sadece almak o kadar, çünkü mutluluk satın aldıktan sonra birkaç gün sonra tükeniveren anlık bir hazza dönüştü.
Platon, bilginin insanı erdeme ulaştıran en önemli araç olduğuna inanıyordu. O yüzden Platon’a göre, hayatın anlamının “Daha çok öğrenmek.” olduğunu söyleyebiliriz. Bundan dolayı hayatı okuma biçimi çok önemli neden ve niçin bu kadar acılar sorusu gündeme kendiliğinden geliveriyor. İnsanlığı öğrenmek, kendimizi öğrenmek hakikatin hilkat çamurundan bir eser arıyoruz.
Aristo’ya göre hayatın anlamı, insanı diğer varlıklardan ayıran bir etik yaklaşımı olmalıydı, çünkü Aristo’nun öğretisinde insan, “mantıklı (rasyonel)” bir varlıktı. Aristo, bu etik