O kadar aç bıraktık ki ruhumuzu… Dünya henüz dönmeye devam etmişken, kendimize söz verelim ve ruhumuza zaman ayırarak anın tadını çıkaralım
Özel hayatımızda veya yaptığımız pek çok sohbette en sık karşılaştığımız, "Bir gün ben…, çok zamanım olunca…, kafam rahatlayınca…, maddi durumum düzelince…," diye başlayan konular.
Hep bir bahane bularak sonlara ertelediğimiz, bir türlü yaşayamadığımız hatta küçük veya büyük özlemini duyduğumuz, aslında ruhumuzu rahatlatacak olan ama hep beklemeye aldığımız o hayallerden bahsediyorum. Hani hayal olmaktan öteye gidemeyen, daha doğrusu gerçekleşmesine izin verilmeyen, çok isteriz ama onlardan bahsederken ya da hayalini kurarken 'şu an zamanı değil ilerde inşallah', dediğimiz küçük büyük hayallerimiz…
“Her şey tam olduğunda huzurlu olacağım, o zaman bende özlemini duyduğum neyse yaşayacağım,” diyerek yüksek tuttuğumuz egomuz bizi kandırıyor. Çoğumuz okulu bitirelim, evlenelim, çocuğumuz olsun, çocuklar okulu bitirsin, çocuklar evlensin, emekli olalım, yüz bin avro biriktirelim, ilk bahar gelsin, kış olsun, haftaya olsun bakarız gibi türlü türlü ertelemelerle:İşte o zaman ben kendim için şunu yapacağım, bunu yapacağım gibi kurduğumuz boş hayallerimiz. Ya da şu işim olsun, bu işim bitsin, evimin, arabamın taksidi bitsin ‘ondan sonra bende biliyorum nasıl yaşayacağımı’ gibi kendi kendimizi avutmalarımız. Spor yapmak için müsait değiliz, dans etmek için, kitap okumak için, çocuklarımızla kırlarda dolaşmak için, yağlı boya resim yapmak için ya da bir kitap yazmak için hiç müsait değiliz. Özgürlüğümüzü yaşamamak adına uydurduğumuz türlü türlü bahanelerimiz...
Hayatımızın başkaları tarafından yönlendirildiğine, bu düzene ve maddiyata o kadar çok alışmışız ki aslında kendi egomuzun kölesi olduğumuzun bile farkında değiliz. Zavallı ruhumuzu ihmal ediyoruz, son günler için hep bir kenarda bekletiyoruz. Arada bir sesini duyursada biz onu öyle güzel avutuyoruz ki… Ona 'yok' demiyoruz, ona ‘bir gün seninde sıran gelecek’ diyoruz. ‘Her şey mükemmel olduğunda, her şeyin en güzelini sen yaşayacaksın’ diyoruz. Zavallı ruhumuz iki hızlı kalp çarpıntısına dayanamayıp hemencecik te inanıyor. Bu kadar yalan ona bir zaman için yeter, inanmayıp ne yapsın. Umutlar yeniden yeşeriyor. Sahi ya umutlar, umutlar olmasa halimiz ne olurdu, öyle değilmi?
Aslında bir anlasak herşeyin egomuzda olup bittiğini. Ben son model falan markalı arabaya binmek istiyorum, benim Hasan’dan ne eksiğim var? Bunun için aylık bin avro taksit ödeyeceğim ama olsun, feda olsun. Peki, ruhumuz rahatlıyor mu? Belkide bir zaman için bizi mutlu ediyor. Mutluluğun resmini böyle çizmişiz. Ama son model arabamızda eskiyecek ve daha yenileri çıkacak. Peki, onlarıda alacak mıyız? Aynı durum cep telefonlarında da yaşanıyor, elimizde ki cep telefonu daha çok iyi çalışır iken, 'yenisi çıkmış onu mutlaka almalıyız', demiyor muyuz? Ve bunun daha birçok örneğini sayabiliriz. O kadar aç bıraktık ki ruhumuzu, onu nasıl doyuracağımızı da bilemez hale geldik. Oysa ki ruhumuza hak ettiği huzuru ilgiyi ve alakayı nasıl vereceğimizi bir öğrenebilmiş olsaydık, bunların hiç birine ihtiyaç duymayacaktık.
İstediğimizi yapmak için daha neyi bekliyoruz?
Uydurduğumuz bahanelerimizi bitirelim, zaman hiç kimseyi beklemiyor. Hayatımızı bir yarış haline getirmeyelim ve her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu unutmayalım. Dün geçmişte kaldı, yarin ise bir sır perdesi ama en önemlisi, bugün size verilen en önemli hazine olan zamanın kıymetini bilerek yaşamayı unutmayalım. Bugün türlü türlü bahaneler uydurmadan hazır dünya dönmeye devam ederken, idealist ayaklarını bir kenara bırakalım ve anın tadını çıkaralım. Sürdürdüğümüz hayat mücadelemizde yaşamak için zamanın kimseyi beklemediğini ve birgün çiçeklere gübre olacağımızı, unutmayalım.