Televizyonunu evden attıktan sonra, "biz aşırı medyalaşmış bir toplumda kendimizi artık iyi hissetmiyoruz," dedi Vlinks projesi'nden Bram Mahieu. Ve anlatmaya başladı, ben o anlattıkca içinde kendimi buldum ve anlatımını Türkçe'ye çevirerek sizlerle paylaşmak istedim. Eminim sizlerde okdukca bazı yerlerinde kendinizden birşeyler bulacaksınız.
‘Vlinks Projesi’ Belçika'nın Flaman bölgesinde, içinde herkesin kendini iyi hissedebileceği yeni tasarlanan bir projedir. İsteyen herkes bu proje içerisinde yer alabilir. Proje'nin amacı katılanlarının iş, işletmecilik ve hayat konusunda çalışmalarını birleştirerek bağımsız, kapsayıcı, sosyal, adil ve zengin bir Flaman bölgesi inşa etmektir.
Yılbaşından bu yana beş defadır tanıdığım birinin kendi canına kıydığının haberini aldım. Bugün yine tanıdığım çevremden genç birinin yaşadığı hayatın artık kendine gerekmediğine karar vermiş. Yaşamak istememiş, daha fazla ve dünyadan ayrılmaya karar vermiş. Böyle bir karar almak çok zor bir seçim olmalı. Yaşamayı ve dünyaya gelmeyi biz kendimiz seçmiyoruz. Bu anlamıyla seçim-dışı bir konumda duruyor yaşam.
Eğer yaşama şansınız varsa, sıcak bir yuva da hayata alışmanız için size birkaç yıl zaman tanınıyor ve sonrasında belirli bir yaşa geldikten hayatınıza kendi mücadelenizle devam etmek zorundasınız. Bunu nasıl yapacağız? İnsanlari intihara sürükleyen neler olabilir? Bir insanın hayatı, arapsaçına dönen olayları çözemeyecek kadar nasıl kararabilir. Hayatında bir el uzatanı, bir destek olanı hiç mi yoktu acaba? Kafamın içinde belirlenen sorular geçiyor düşündürüyor. Ben kendim acaba doğru olanı mı yapıyorum?
Daha önce ki yıllarda Belçika televizyonunda, belleğime kazınan başrolu güzel bir kız tarafından oynanan bir dizi vardı. "Anne, biz neden yaşıyoruz?" Ahlaki felsefi bir soru? Biyolojik bir bulmaca? Güçlünün güçsüzü ezip sömürdüğü diğerlerinin sesini çıkarmadığı acımasız bir hikayeyi anlatıyordu dizi. Ama şimdi, son olaylardan sonra, yeni sorular belirlendi zihnimde. "Biz ne için yaşıyoruz? Hayat sevincimizi nereden çıkarıyoruz? Ben 5 yıl önce ailemle birlikte bir akşam üstü, yine saatler boyunca düşüncesizce ekranı izledikten sonra dijital televizyonumuzu hayatımızdan çıkarmaya karar verdik.
Biz artık akşamları yeniden birbirimizle konuşmaya başlayacaktık. Birbirimizle fikir alışverişinde bulunacaktık. Kahkahalar atacaktık, merak edecektik, beraber aynı şeyleri düşünecektik. Büyük teoriler icat edecektik. Evet dünyayı bile değiştirecek hatta olduğundan daha iyi bir hale getirecektik. Çevremizdekiler bizi deli ilan ettiler. Hatta TV abonemizi iptal etmek için gönderdiğimiz mektubun üzerine, Telenet'in çağrı merkezi bizimle temasa geçti. Telefonun diğer ucunda ki kıza, iptal etmemizin sebebini ne kadar anlatmaya çalıstıysakta, bizi anlamakta çok güçlük çekti. Konuşma esnasında en az 3 kez, "ama o zaman evinizde televizyonunuz olmayacak"? diye tekrarladı. "Evet amacımız bu zaten" dediğimizde anlam verememesi dahada büyüdü. Şimdi biz 5 yıl sonra, bunu vaktinde yapmakla en doğru kararı aldığımızın sonucuna vardık.
Zihinsel bebek bakıcısı
Bağımlılık döneminden sonra bizim için yeni bir sorun belirlendi. Biz artık bu aşırı medyalaşmış toplumda kendimizi bir yabancı gibi hissediyorduk. Zihinsel bebek bakıcımız olan televizyon, artık sistemimizin dışında kalmıştı. Biz bu dönemden sonra bize sunulan görsel ve dijital bilgileri dahada kritik bir gözle sorgulamaya başladık. Tüm konuları sorguluyoruz, hakkında tartışıyoruz..., Tüm konulara artık sorgusuzca inanmıyoruz. Biz çok fazla yalanlara maruz kaldık veya manipüle edildiğimizin hissine kapıldık.
Her gün toplumun uğradığı bağnazlık ve bencillik seline hayret ediyoruz. Aşırı fanatizm. Herşey gerçekte olduğundan biraz daha aşırı olmalı. Gazeteler ve ya televizyonlar artık bizi şaşırtamıyorlar. En ufak bir saçmalık için geçirdiğimiz şoku, öfkeyi, kızgınlığı anlık yaşıyoruz. Sessizlik şimdilerde dahada sağır edeci oldu. Festivaller kendinden geçmiş durumda. Ama ya ben bugün kendimi sıradan ve normal hissediyor isem? Ben bunu Facebook sayfamda paylaşabilir miyim peki? Ya haftasonum sessiz ve sakinlik içinde geçmiş ise eğer ya da paylaşabileceğim muhteşem bir selfim yoksa? İnsanların ilgisini çekecek bir sürprizim yoktur. O zaman ben bu öğütücü çarkın içinde sayılmayacak mıyım? Normların dışına mı çıkıyorum o zaman?
Ya ben bugün kendimi olması gerektiği gibi normal ve sıradan hissediyor isem?
Fiziksel olarakta üzerimizde kurulan baskı her geçen gün artıyor. Gıdaya takıntılı bir ülkede sağlıklı bir BMI’ye sahip olmak büyük bir başarı zaten. Her gün medya yoluyla ideal tablolar ve fiziksel putperestlikler başımızdan aşağıya dökülüyor. Model vücutlar, toplumun komplekse girmemesi için güçlü bir kişiliğe sahip olması gerekir. İnsan doğasında, kendisini diğer insanlarla karşılaştırmak vardır. Bu karşılaştırma bazen ilham kaynağı olur ve kendimizi geliştirmemizi sağlar; ancak özellikle moralimizin bozuk olduğu zamanlarda bizi depresyona sürükler. Sosyal medyadaki en büyük problem, insanların sergiledikleri imajın aslında çok da gerçek olmaması. Kabul edelim, hepimiz sadece hayatımızdaki en keyifli anların fotoğraflarını paylaşıyoruz. Aslında hiçbirimiz kendimizi orada sergilediğimiz kadar harika bir hayat içerisinde değiliz.
Ekonomik ve sosyal anlanda da fanatizm. Ülkemizin büyük grev tartışmalarından sonra (biz ne yazık ki beş yıl önce aldığımız kararımızdan dolayı izleyemedik). Facebook sayfasında biri şöyle yazmış. Beni hem düşündürdü ama özellikle de yutkundurdu. "38 saatlik bir haftalık ile sosyal bir hayat kuramazsın. Ben kendi işimde çalışan bağımsız bir elektrikçi olarak eşimi, oğlumu, ailemi ve arkadaşlarımı elimde tutabildiğime ne kadar seviniyorum, ortalama 66 saat'lik bir çalışma haftası ile! #grev tartışması," diye yazıyordu elektrikçinin paylaşımında.
"Hafta da 66 saat çalışan biri akıllımıdır peki?"
Bu Facebook yazısı çelişkilerle doludur. Hatta haftada 66 saat çalışırsan eğer bağımsız sayılabilirmisin peki? Bana daha çok yaşamıyor da, yaşanıyor gibi geldi. Yüksek bir gelire sahip olmak kendini bu kadar yıpratmaya değer mi? O evin bu kadar büyük olmak zorunda mıdır? O tatillerini o kadar uzakta mi geçirmelisin? Yemek yediğin restoran o kadar şık mı olmalı?
Şimdiki normlar artık bunlarmı dır? Toplumun bize empoze ettiği, beynimize işlediği bumu dur? Oğlum artık dünyadan zevk almaya vakti olmayan bir dünyada mi büyüyecek? Merak etmeye hiç vakit olmayacak mı? Olağanüstü bir şeye, bir traktöre ve ya bir ineğe merak salmak gibi. Merak ettiğini belli etmesine müsade verilirmi diye düşünürken; alacağı yirmi ters bakışla yargılanmamak için iki kez düşünmek zorunda kaldığı bir ortamda büyüyor bu zamanın çocukları.
Oğlum, ekonomiye zarar verir diye ve ya çok uluslu sirketler ülkemizi terk etmekle tehdit ederler diye kişisel saygınlığını ve temel ilkelerini artık savunamayacağı bir dünyada mı büyüyecek? Her sıradan banal bir hatanın para cezasına çarptırılması, her bir eylemin günler öncesinden düzenlenmesi gerekmesi? Güneşli havada arkadaşlarıyla birlikte bilmem hangi binanın merdivenlerinde oturarak bir dondurma yemek? Hayır, bu çok fazla engel yaratıyor. Mahallenin parkında ‘Ali babanın bir çifliği var’ şarkısını söylemek? Hayır, bu çok fazla gürültülü, çünkü komşu kesik çimlerini seyrederken bunun zevkini sessizce çıkarabilmeli.
Ayrıca her konuda bir fikir sahibi olunmalı mı? Ve aynı zamanda bu fikrini gerekli gördüğü her yerde havalandırmasımı gerekiyor? Tercih edilen yaklaşık 150 karakterden oluşmasıdır. Fikrinin desteklenmesi gerekmiyor yeter ki akılda kalıcı ve popülist olsun. Peki, ya herhangi bir fikri yoksa? O zaman hala bu çarkın içinde yer alırmı?
Ben insanların, "çığrından çıkmış aşırılıkçı bir topluma” artık ayak uyduramadıklarını anlayabiliyorum. İşkoliklik ve hırs eskiden insanlarda oldukça olumsuz bir çağrışım yaratıyordu. Bugün, ise bir savaş kahramanın madalyası yerine konuluyor. Haftada 80 saat çalışmak bazılarının hayatında bir hedef, bir dönüm noktasıdır. Benim için şahsen zamanını kötü değerlendirmektir. Ama avro arzusu doyumsuzluk yaratıyor. Seyahat etmek, yemek, içmek, son gadget'lerin tüketimi; tümünü kesinlikle hemen şimdi istiyoruz. Maldivler gezimizi nasıl finans edeceğiz? Ya Everest dağına nasıl çıkabilirim? Kırk'ımdan önce Afrika'da Big 5’i avlamış olmalıyım. Buna ek olarak, görülmemiş netlik ve renk derinliği ile düz büklümü olan olağanüstü TV ekranını da almalıyım ve en son çıkan iPhone 6 yı da istiyorum. Hayal kurmak bitti, para biriktirmek yok artık. Şimdi şimdi şimdi! Ancak, benim için bunların çoğu gerekmiyor.
Benim son hayalim nedir biliyor musun? Arıcı olmak. Arı topluluğunun bekçisi olmak istiyorum. Yabani çiçekler arasında bir alanda, bir dolabın içine saklanmış mükemmel bir toplum. Doğumundan ölümüne kadar netlik ve amacı olan bir topluluk. Her biri kendinin ve başkaların rolünü iyi biliyor. Herşey topluluğu uğruna yapılıyor. Hergün mutlu bir şekilde işine girişiyor, hergün birbirlerine ait olmayı biliyorlar. Hiçbir arı bir çiçek tohumunun kenarında, dur bir selfi çekelim demiyor, öyle degilmi? Hayır, onlar sade ve sıradanlar.