Kabak deyince çocukluğumda köyde ahbaplarımızın bahçesinde gördüğüm su kapları aklıma geliyor. Kabağın içini oyarak değişik şekil ve büyüklükte yapılmış olan kapları kazanlardan su almakta kullanıyorlardı. Kana kana iç!..
Kabak çekirdeği.. Gündöndüden daha pahalıydı. Sonradan öğrendik ki prostat için bire birmiş. Dolaylı olarak saç dökülmesini de önlüyor. Yani kabak kafalı dedirten yaradan, ilacını içine koymuş. Belki bu bir mesaj!..
Kabak tatlısı… Şekerinin ayarını kaçırmazsanız un tatlılarından daha sağlıklı. Potasyum, fosfor, kalsiyum, magnezyum, sodyum, demir gibi madensel elementler içeriyor, bedeni temizliyor, sinirleri, yatıştırıyor.
Sinirleri yatıştırıyor dedik, ama onu da ayarında tutmak gerekiyor anlaşılan. Zira kabak tadı vermek gibi bir deyimimiz var. Türk Dil Kurumu, “bıktırmak, usanç vermek, tatsız olmaya başlamak….” demiş. Zavallı kabak, yaranamıyor.
Haberdenizli sitesinin haberine göre, emekli öğretmen Ramazan Efe tarafından su kabağından yapılan bağlama, cura, tambur, dümbelek ve kemaneler müzik müzesinde sergilenecekmiş. Öğretmenimiz bu aletleri kullanan arkadaşlarıyla grup kurmuş. Ses de veriyor mübarek...
Kabak çiçeklerinin erkeği ve dişisi ayrı... Önce erkek çiçek açıyor. Dişi olan ise kabak olacak boğumun olduğu yerden başlıyor usul usul. Bütün bunlar birkaç gün içinde gerçekleşiyor. Bu kutsal görevinin dışında, ayrıca dolması yapılıyor. Yani boş yok.
Kabak çiçeği gibi açmak… Kabak tadı vermek… Derken kabak başımıza mı patlar?
Orta Amerika kökenli bu sebze için söylenecek çok şey var. Ama o azimle hayatımızda yer almaya devam ediyor.
Öyleyse?.. Yeşerelim, açalım biz de... Tohumumuzu çatlatalım... Her şey kabak gibi ortada... Denemesiyse bir kabak çekirdeği kadar basit, o kadar da bol ve bereketli.
Sevgiyle kalın.
Yüksel Çilingir