Şaşkın, kızgın, üzgün… Duygular etrafımızda uçuşuyor.
İnsan kabullenmek istemiyor önce. Yok saymak istiyor. Koskoca ülke liderleri bunu yaptı, kendisi ya da yakın çevresi yakalanınca idrak etmeye başladı.
Yüzleşmek gerekiyor. Yıllar önce Dallas dizisinde Ewing ailesinin babası ortadan kaybolduğunda, anne Ellie sanki o hep varmış gibi davranmayı sürdürüyordu. Çocukları ise miras derdinde, annelerini ikna etme telaşına düştüler… Biz pek anlamadık tabii öyle psikolojik ve stratejik sanal hareketleri.. Ev, iş, ekmek, akraba, komşu… Küçücük dünyamızda her şey gerçekti.
Uzmanlar, bir sorunu inkar etmenin ilginç şekillerde dışa vurabileceğini söylüyorlar. İnsan o güne kadar yapmadığı şeyleri yapmaya başlayabiliyor. Kendisini daha bir eğlenceye verebiliyor mesela. Yeni meşgaleler icat ediyor. Yanı başındaki insanları – gerçeği hatırlattığı için – terk edebiliyor. Hayatına yeni insanlar sokuyor… Ama gerçekleri görmezden gelmek onları ortadan kaldırmıyor. Biz yok saymaya çalıştıkça, o daha yüksek sesle ben buradayım diyor. Kademe kademe daha zor şartlarla tanıştırıyor.
Normal zamanlarda da farklı değil aslında. Evlilik yürümedi, boşandık. İşimizi beğenmedik, ayrıldık. Yemeği sevmedik, çöpe attık. Ama ya bunları yapamayan insanların çaresizliği?.. Dünyadaki bütün sorunlarla aynı şekilde yüzleşmek gerekiyor.
Derken şaşkınlık geçince bir suçlu arama telaşı başlıyor uzmanlar. Örneğin; her çocuk o kadar şanslı (ya da şanssız) olmasa da, bazen çocuğu yere düştüğünde, yanındaki büyüğü dizini çarptığı yere “seni seni” deyip tokat atıyor. Ona iyilik edeceğim derken, aslında kendisine bakmaktan uzaklaştırıyor. Durumla ön yargısız yüzleşmekten alıkoyuyor. Ya da televizyonun karşısında hep birilerini suçlamak, başka siyasi partiyi, başka takımı, başkasının lehine karar veren hakemi, hatta başka milleti… Hep dışarıda bir suçlu arama alışkanlığının başlangıcı…
Şimdi dünün çocukları, bugünün büyükleri, ne yapacağını bilemiyor. Sorunu dışarıda aramaya devam ediyor. Önce korona bize Avrupa’dan geldi dedik. Sonra baktık içimizde, yaşlılarda etkili dedik, ama yaşlılara günah keçisi gibi davrandık. Şimdi gençlerin taşıyıcı olması öne çıktı, dilerim onlara öcü gibi bakmaya başlamayız.
Tıpkı orta doğudaki savaşın nedenlerine, bu savaştan nemalanmaya çalışan liderlere bakmak yerine, mültecileri kötü giden her şeyin sorumlusu ilan etmek gibi.. Ama ne suçlamak, ne avunmak asıl sebepleri ortadan kaldırmıyor.
Korku gibi, keder gibi duygular, bugünü bir şekilde atlatsak da kafamızın arkalarında bir yerlerde kalmaya devam ediyor. O nedenle uzmanlar her duyguyu dibine kadar hissederek yaşamayı öneriyor. Ancak o şekilde kalıcı olarak aşabileceğimizi söylüyorlar. Bu da şeffaf ve tarafsız olmayı gerektiriyor. Hem kendimize, hem çevremize..
İlginç bir başka örnek.. Hastalık Çin’de başladığı için, krizin etkileri de herkesten önce orada yaşanıyor. Bu örnek insanların aylarca evde kapalı kalmasıyla ilgili. Görünen o ki durum biraz “normal”e dönmeye başlayınca boşanma davalarında patlama yaşanmış. Normal, göreceli bir kavram tabii.. Muhtemelen birbirleriyle pek de uyumlu olmadıkları “örtülü normal” durumlarını baş başa kalınca farkettiler. Ya da ders içeren sivri taraflarının şimdi farkına vardılar, ama kendileriyle yüzleşmek yerine kaçmayı yeğlediler.
Evde kapalı – birbirimizle baş başa – kalmak gibi bir lüksümüz varsa, bunu bol bol birbirimizle konuşarak değerlendirebiliriz. Sanki yeni tanışmış gibi. Şartlar değişince insan kendisinin bazı özelliklerinin bile yeni farkına varıyor. Onlarla yüzleşebiliriz.
Şeffaflık, tarafsızlık (objektif olma hali), yüzleşme; sağlam bir temelin kumu, çimentosu, suyu.. Evrenle – kendi özümüzle – barışık yaşamanın mayası.. Birey olarak da, aile olarak da, toplum olarak da… Nasıl mı?
Bir dakika sessiz dur ve dinle diyor “Mahallede güzel bir gün” filminde.. Kafamızdaki soru her neyse, cevabı bizi bulacaktır.
Korona nedeniyle (ve elbette sebep ne olursa olsun) vefat eden herkes için Allah’tan rahmet, sevdikleri için sabır diliyorum. Hastalık ile mücadele eden herkese şifa olsun…
Sevgiyle kalın.