Koronaya uzak, öğrenciye yakın
Uzaktan eğitim... Şimdi hepimiz ona can yeleği gibi sarıldık.
Uzaktan eğitim deyince aklıma daha 80’li yıllarda faaliyet gösteren FONO ve Limasollu Naci mektupla yabancı dil eğitimi kursları geliyor. Daha sonra Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi, Açık Öğretim Ortaokulu ve Lisesi örgün eğitim sistemi içinde yerlerini alarak yüz binlerce öğrenciye can simidi oldular.
Uzaktan eğitim yöntemi dünyada yüzyıllardır kullanılıyor. Tarihsel olarak daha ziyade uzakta yaşayan öğrencilere yardımcı olmak için başlamış. Örneğin, Avustralya gibi yerleşim birimlerinin birbirinden çok uzak olduğu yerlerde. Ama zaman içinde iş ya da başka nedenlerle okula gidemeyen insanlara da bir çıkış kapısı olmuş.
İlk uzaktan eğitim uygulamaları Avrupa'da 1700'lerin sonunda başladı. Bu kurslara yazışma kursu, bizdeki ilk adıyla mektupla eğitim kursu deniyordu. Bu kurslarda yüz yüze dersler ya da öğretmenin öğrenciyi bire bir yönlendirmesinde olduğu gibi doğrudan etkileşim söz konusu değildi. Zamanla yaygınlaşan mektupla eğitim uygulamasına, Amerika Birleşik Devletleri'nde sistematik olarak 19. yüzyılın sonlarında başlandı.
20. yüzyıla geldiğimizde pek çok teknolojik gelişmeye şahit olduk. Uzaktan eğitim kurumları da bundan nasibini aldı ve hem radyo hem de televizyon üzerinden ders vermeye başladı. Bu, tek yönlü de olsa bir anlamda öğretmene erişim sağladı ve uzaktan eğitimde devrim yarattı.
Uzaktan eğitim, erişebilir olması sayesinde aynı zamanda herkese eğitim yolunu açmış oldu. Eğitim, çocuğunu okula gönderebilen ya da filmlerde gördüğümüz gibi evine mürebbi/ye getirebilen ailelerin sahip olduğu bir imkan olmaktan çıktı. İşte bugün de uzaktan eğitimin bu demokratik ve kurtarıcı yanıyla yeniden tanışıyoruz. Korona virüsü, zengin ya da yoksul kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Uzaktan eğitim de öte yandan herkes için can simidi oluyor. Üstelik internet ve karşılıklı etkileşim uygulamaları sayesinde şimdi daha çok seçenek var.
Ancak uzaktan eğitim yöntemleri etkin bir eğitim için yeterli midir? Bu soruya yanıt aramadan önce, öğrenim ve eğitim süreçlerine bakmakta fayda var.
Öğrenim... Doğduğumuz andan itibaren öğrenmeye başlıyoruz. Okul ya da öğretmen yok, sadece içinde yaşadığımız ortam var. Gözlem yoluyla öğreniyoruz. Derken tabii aile eğitimi geliyor.
Sonra okulda eğitim dönemi başlıyor. Burada artık öğrenme ortamı ve içeriği devlet tarafından planlanarak hazırlanıyor. Yanı sıra bunu bir görev olarak üstlenen birileri var; öğretmenler.
Hep öğreniyoruz aslında, ama yaş ilerledikçe daha ziyade öğrenmemiz istenilen şeyi, öğrenmemiz istenilen şekilde…
Okul eğitiminin bir diğer önemli özelliği, aile dışında sosyal bir ortamda gerçekleşiyor olması. Sosyal çevremiz çocukluk döneminde aile ile sınırlı, ancak okulda öğrenci düzeyinde de olsa toplumun kendisiyle tanışıyoruz. Bir tür prova… Gerçekçi sayılır, çünkü öğrenci olarak başlayan ilişki, sonra iş arkadaşı, komşu, sistem paydaşı olarak devam ediyor.
Bu arada sınıf ortamı, televizyon gibi tek yönlü bir bilgi aktarma ortamı değil. Orada öğretmenden sadece bilgi almıyoruz. Öğretmenler, kalabalık sınıflarda bunu yapmak zor da olsa, öğrenci bireylerle ayrı ayrı ilgilenebiliyor. Öğrenmeyi kolaylaştıracak şekilde rehberlik edebiliyor. Elbette imkan dahilinde, ama bu imkanların ele alınıp iyileştirilebileceği bir sistem var.
Peki uzaktan eğitim ortamında, öğrenme sürecini etkileyen faktörler nasıl ele alınır? Zorluklar ve olası karşı önlemler nelerdir? Yetişkin eğitimi ile çocuk eğitimi arasında pedagojik farklılıklar var. Ama uzaktan eğitimle ilgili araştırmalara baktığımızda, genel olarak aşağıdaki noktalar öne çıkıyor:
1. Öğrenciler yalnızlık duygusuna kapılır, karşılıklı etkileşim ve kişisel ilişki eksikliği yaşar. Motivasyonu devam ettirmek ve zamanı iyi kullanabilmek için sistematik bir yaklaşım geliştirilmesi ve sistemin içine entegre edilmesi gerekir.
2. Öğretmen tarafından bazı konuların anlatılması, açıklama ve yorumların öğrenciye tam olarak ulaşması zor olabilir. Öğretmenlerin, öğrencinin takıldığı yerleri anlayıp kişisel destek vermesi için, ikisi arasında birebir iletişim kanallarının açık olması gerekir.
3. Öğrencilerin iletişim becerileri yeterli olmayabilir. Bilgiyi yorumlama ve başkalarına aktarma yönünü geliştirmek için, özellikle bu konuda destek gerekebilir.
4. Öğrenci teknolojik becerilere (Microsoft araçları, özel yazılımlar vb.) sahip olmayabilir. Kullanımı kolay programlarla çalışılması, öğrencilerin bu konuda ön eğitim ile yönlendirilmeleri ve eğitim sürecine başlamadan sistemin kullanılabildiğinden emin olunması gerekir.
5. Sınavlar güvenilir olmayabilir. İntihal ve kopya çekme gibi faaliyetleri farkedecek ya da sonuca yansımasını önleyecek bir kontrol mekanizmasının geliştirilmesi gerekir.
6. Öğrencinin sosyalleşmesi, karşılıklı öğrenme imkanı ve motivasyonunun sürmesi açısından, uzaktan bile olsa başkalarıyla ortak çalışmalar yapması için fırsat yaratılması gerekir.
7. El becerisi ve uygulama gerektiren durumlarda, pratik eğitim imkanı sağlamak gerekecektir.
8. Yoğun kullanım nedeniyle internet sitesinin ağır çalışması, hatta kilitlenmesi gibi sorunlar yaşanabilir. Kapasitenin önceden teyid edilmesi, gerekiyorsa artırılması, yatırım yapılması gerekebilir.
Uzaktan eğitim yöntemiyle ideal öğrenme ortamını yaratabilir miyiz? Eğitim ne kadar yakın olmalıdır ya da ne kadar uzak olabilir?
İçinde bulunduğumuz dijital iletişim çağında, konu artık sadece bilgiye erişmek ile ilgili değildir. Bireysel ve sosyal bir varlık olan insanın, öğrenme sürecini yaşamına nasıl dahil ettiğiyle ilgili bir durumdur. Dolayısıyla bireysel özellikler ve karşılıklı etkileşim hala kilit önem taşıyor ve etkin bir şekilde entegre edilmeleri gerekiyor.
Önümüzdeki karantina günleri, bu anlamda bir tür laboratuvar işlevi görecektir.
Sevgiyle kalın.