Neler Oldu Bize?
Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. İnsanlar birbirinden kaçar olmuş, kimse kimseye güvenmez hale gelmiş. Anne, baba, komşu, dost... Hepsi birer yabancıya dönüşmüş. Toplumumuzun temelini oluşturan değerler, yavaş yavaş yıkılıyor. Saygı, sevgi, merhamet, vefa... Hepsi gözlerimizin önünde yok oluyor.
Bugün bir insanın ölümü sıradan. Bir kadının çığlığı duyulmuyor. Bir çocuğun kayboluşu kimsenin vicdanını sızlatmıyor. Haberlerde her gün karşımıza çıkan bu acı olaylara karşı nasıl bu kadar duyarsız hale geldik? "Olur böyle şeyler," diyoruz. Bu nasıl bir kabulleniş? Bu nasıl bir normalleşme?
Ve şimdi daha da derin bir yara açılıyor toplumumuzda. Güzel ahlakla yetişmiş, mütevazı ailelerin çocukları, farklı görünmek adına kendi köklerinden kopuyor. Dinlerini terk ediyorlar, değerlerini hiçe sayıyorlar. Dinsizliği bir özgürlük simgesi olarak görmeye başladılar. İçki içmek, ahlaki sınırları aşmak artık utanılacak bir durum değil, aksine bir övünç kaynağı haline geldi.
Oysa eskiden böyle miydi? Mahalle baskısı derdik ama aslında o baskının altında bir terbiye, bir düzen vardı. İnsanlar komşularından utanırdı. Bir edepsizlik yapmaya niyetlenen dahi "Komşum ne der?" diye korkar, geri adım atardı. O komşunun gözünde küçük düşmek, bir utanç vesilesiydi. Bir yandan da, insanların içinde Allah korkusu vardı. "Kuldan utanma" diye bir değerimiz vardı. Yaptığımız her işin bir hesabı olduğunu bilir, ona göre hareket ederdik. Ama şimdi, o mahalle baskısı yok. Komşular, dostlar birbirine gözlerini kapatmış durumda.
Artık insanlar Allah’a olan saygılarını yitirdikçe, Allah’tan korkmayan ve kuldan utanmayan bir hale geliyor. İşte bu noktada, edepsizlik, ahlaki zayıflık ve yozlaşma artıyor. Çünkü vicdanı şekillendiren şey, hem Allah’a olan sevgi ve korku hem de toplumun ahlaki değerleridir.
Bunların kaybolduğu bir ortamda kötülük sıradanlaşır, utanmazlık normalleşir ve bir toplumun temel taşları birer birer yok olur.
Bu değerlerin kaybolması bizi nereye götürüyor? İnsanlar köklerinden, inançlarından, geleneklerinden koparsa, yalnızlaşır ve savrulur. Bugün bireysel özgürlük adına her şey normalleştiriliyor. Ancak unutulmamalıdır ki, toplumu bir arada tutan şey; ahlak, edep, utanma duygusu ve Allah’a olan saygıdır. Eğer bunlar yok olursa, toplumun ayakta kalması mümkün değildir.
Bu noktada sorumluluk hepimize düşüyor. Çocuklarımızı suçlamak yerine onları anlamaya çalışmalıyız. Neden böyle bir arayış içine girdiklerini sorgulamalı, onlara doğruyu gösterecek bir rehber olmalıyız. Yargılamak yerine onlarla konuşmalı, sevgiyi, merhameti, vicdanı yeniden hatırlatmalıyız. Çünkü unutmayalım ki, toplumun temeli ailedir, ailenin
temeli ise sevgidir, saygıdır ve inançtır.
Her şeyden önemlisi, susmamalıyız. Bu sessizliği bozmak bizim elimizde. Topluma bir ayna tutmalı, "Neler oluyor bize? Bu gidişat bizi nereye götürecek?" diye sormalıyız.
Kendi çocuklarımıza ve sevdiklerimize nasıl bir dünya bırakıyoruz? Bununla birlikte, dünyaya nasıl çocuklar yetiştirdiğimizi de sorgulamalıyız. Çünkü geleceğin temelini, bizim bugün verdiğimiz değerler ve yetiştirdiğimiz bireyler oluşturuyor.
Eğer biz susmaya devam edersek, kötülüğün sıradanlaşmasına izin verirsek, bu dünyanın yükünü en çok çocuklarımız çekecek.
Değerlerimize sahip çıkalım. İnancımıza, kültürümüze, ahlakımıza dört elle sarılalım. Bu bir mücadele ama en kutsal mücadele. Çünkü insanlığı kaybetmek, en büyük felakettir.
Fikriye Ayrancı Keper
Belçika-Genk
Yorum Yazın
Facebook Yorum