POSTACI MUHTARA SENİN ADINA TEBLİGAT ETİRDİ
Sevgili okurlarım merhaba, bir süre önce sizinle “Arı kovanına çomak soktum” adlı bir makalemi paylaşmıştım. Bu defa aynı konuyla alakalı öz kardeşini kendi menfaati uğruna kolayca harcayan bir kadından bahsedeceğim. 1992’de ağabeyim kanalıyla tanışmış olduğum bu kadın o dönemler üye olduğum kooperatifin sözcülüğünü ayak işlerini yapıyordu. Ağabeyime karşı yakınlığı ve mütevazi tavırları gözümden kaçmıyor dikkat çekiyordu!..
On dört kişiye on dört villa 1996’da teslim edilmeyince Hollanda’dan aileme ziyarete geldiğimde kooperatife giderek kadınla Eskişehir’de irtibata geçtim. Sorumlu olmadığına ikna edip isim verip Ankara’ya yönlendiren kadının dediğini yaptım. Ankara’dan o isim tarafından yetersiz Türkçemle villaların teslim edileceğine inandırıldım. Ayrıca da o dönem Yönetim Kurulu Başkanı seçilen ağabeyimi bu konuda suçlu gösterdiler!..
Köyüme geldiğimde durumu babama anlattım. Babam: “Sana söylenilen bu durumun gerçekliğini bilmiyoruz. Lakin giden paralarının üzerinden bir tas su içeceksin. Ben ölene kadarda bacı kardeş para için el alem yüzünden düşman olmayacaksınız.” Dedi.
Babama verdiğim sözü yirmi yıl boyunca tuttum. Eskişehir’deki kooperatifin hakkında ödediğim paraların hakkında tekbir kelime etmedim. Ta ki, köyümden köylüm tarafından telefon gelene kadar: “Abla postacı muhtara senin adına tebligat getirdi. Üye olduğunuz kooperatiften sizi atmışlar, 656 TL’de para yollamışlar.” Dedi.
Bu bahsettiğim kadın tarafından köyde kimse olmadığı öğrenilmişti. Köyüme yollanan tebligatı muhtarlığa bırakacaklardı. Köylüm beni aramasa haberim olmayacaktı ve olayın üstü böylece kapanacaktı. Tabii bende yasal yollarla hakkımı arama şansımı kaybetmiş olacaktım. Konyaaltı postanesine gidip köye yollanan tebligatı aldım, üzerine adımı adresimi telefonumu yazarak yollanan parayı almadan iade ettim. Bu konu hakkında tuttuğum birinci ve ikinci avukat şu bu bahane üreterek davadan çekildi!..
Üçüncü bir avukat tutmak zorunda kaldım ve bununla yetinmeyerek 1993’de Didim Akbük’de alınan arsanın akıbetini araştırmaya gittim. Tapu dairesine tapu fotokopisiyle gittiğimde arsanın yarısının satıldığını, kalan bölümünde Ankara’daki o şahıs onun yakınları ve o kadın dahil sekiz kişi adına paydaş edildiğini öğrendim. Tuttuğum üçüncü avukatla Didim’de ikinci mahkemeyi açtım. Böylece yıllarca suçladıkları ağabeyimin bu durumla hiçbir alakasının olmadığını öğrenmiş oldum!..
Yıllarca yemeden içmeden kısıtlayan varını yoğunu bir evim olsun amacıyla birikimini kooperatife yatıran insanlara acımayan bu kadın kendi kardeşini
kooperatiften dolambaçlı yollarla attırmıştı. Hak hukuk gözetmeden çiğneyen bu kadın ağabeyimin değil Ankara’dakinin kadınıydı. Öz kardeşini dahi para için satan bir kadından insanlık beklemekse ahmaklıktı. Bense o dönemler o kadar saf ve aptaldım ki, babamın nasihatini dinlemesem kardeşimle boşuna düşman olacaktım. İyi ki, ağabeyimin karşısına geçip tek kelime etmedim, ama yirmi yıl küs kaldım. İsterdim ki, o dönemlerde haberdar olayım, şu an sekiz kişinin karşısında değil, o dönem tekbir kişiyle hakim karşısında olayım. Lakin nasip bu güneymiş!..
Eğer ki, zaman her şeyin ilacı olsaydı, kel şimşir başına mehlem bulurdu ve maddiyat diye boğulduğu kör nefsine çare olurdu. Engerek çamurda yaşar, dışarı çıkarsa süt dökmüş kedi kadar kaidesiz kahramandır. Kaidesi çok yakında bozulacak olanların asıl renklerini adlarıyla birlikte mahkeme sonucundan sonra yazacağım. Belki uzun yılların acısını unutmayacağım unutamayacağım. Fakat bu türden insanların gerçek yüzünü görmenizi ve böyle bir duruma sizlerin düşmemesini sağlayacağım…
Sevgi ve saygılarımla Zekiye Doğa