Ramazan ayı
Ramazan ayı girdi gireli sanki yardım çağrıları çoğalmış gibi geldi bana nedense. Hatta sadece yardım çağrıları değil sanki dilencilerde çoğalmış gibi son günlerde. Okuduğum haberlerde yine aynı sorunlara değinildiğini fark ettim geçenlerde.
Hatta hırsızlık yapmıştı bir dilencinin çocuğu geçenlerde. Baya ağır yorumlarda vardı yazının altında. Keşke her çocuk aynı hakka sahip olsaydı demeden edemiyor insan. Keşke çocuklar veya ebeveyinleri hırsız olmak zorunda kalmasaydı. Brükselde dilencileri görmeye alışmış olmalıyız ki orada artık nerdeyse insanların dikkatini çekmiyordu oradaki sokaklarda oturan dilenciler.
Ama geçen hafta Dendermonde gibi yerde üç defa Belçikalıya benzeyen dilenciye rastlayınca ve önümdeki iki kişinin yorumunu duyunca bir tek benim dikkatimi çekmediğini fark ettim. Köşede ise dilencinin birine çok yakın yerde dinlerini insanlara satmak için hazırda bekleyen bir grup vardı. The Way to God gibi şeyler söylüyordu birisi karşısında duran kişiye ingilizceden.
İnsanların çoğunluğu hiç duraksamadan geçiyordu yanlarıdan. Ne dini anlatanlarla temas kuruyorlardı, ne de dilenciyle. Pazarın başladığı yerdeydi bu grup. Paskalya tatili olduğunu hatırladım o gün. Dini bir dönemdi ve Ramazan ayı ile aynı zamana denk gelmişti bazı yıllarda olduğu gibi.
Brükselde ise yabancı görünümlü dilenciler vardı ve Türk toplumun yoğun olduğu bölgede her trafik lambasında bir tane dilenci vardı bu aralar. Allah rızası gibi şeyler söylüyorlardı farklı dillerde gelene geçene. Allah kelimesi hep vardı cümlenin içinde, gerisini konuştukları dilde ekleselerde ne demek istediklerini anlıyorduk.
Dendermonde de Belçikalı halk daha yoğun olunca oranın dilencileri yabancı görünümlü değillerdi. Bölge halkıyla aynıydı. Dilenmese fark bile görünmezdi. Flemenkçe dilinde aç'ım demişti birisi. Diğeri ise pazardan bir şeyler almak istediğini ama parası olmadığını söylemişti.
İnsan nerdeyse alış veriş yapmaya utanıyor yanında bir dilenci elini uzatıp bekleyince. Cüzdanındaki bozuk paraların tümünü versen bile bir burukluk kalıyordu içinde.
Ama bütün dilencilere para dağıtmaya kalksa orta hallı biri, en kısa zamanda bu hayat pahalılığında aynı duruma yaklaşır diyordu bir ses içimden. Bastırmaya çalışsamda sorgulamaya devam ediyordu.
Az ilerde bir genç köpeğiyle yere oturmuş ve pankartına köpeğime mama yazmış...
Pazarı terk etmiştim diğer ucundan ama görüntüler hala insanı takip ediyor. Onları, yani düşüncelerimizi öyle caddeler gibi, pazar yerleri gibi kolay geride bırakamıyoruz.
Trafik lambası tutmasın nolur diye dua edecektim neredeyse geçen hafta Brüksele gittiğimde. Aynı manzarayla beş defa ard arda karşılaşmak yoruyordu insanı. İlk üçte olan duygular beşinci dilenciye gelince bu kadar olamaz dedirtiyordu ister istemez. Devlet bunlara neden yardım etmiyor gibi duygular kabarıyordu insanın içinden bir yandan.
Toplum olarak neler yapılır diye düşünürken, toplum daha ne yapsın diyordum ardından.
Zaten son zamanlar toplum olarak her bir taraftan seferber olduk depremzedeler için. Elinden geleni yaptılar insanlar ve hala bir şeyler yapılıyor. Bu kadar yakınımızdaki insanlar için neler yapılıyor bilmiyorum. Kimi arabasının camını indirip bozuk para veriyor, kimi nakit olmadığı için üzerinde arabasında o an bulunan biskuviyi uzatıyordu. Bazıları dönüp bakmıyordu bile. Bakmayınca görünmez olmuyorlar tabii ki ama görmezden gelenlerde var. Kolay da değil dediğim gibi hepsine yardım etmeye kalksa insan...
Fitre, zekat bir şeyler veren var mıydı bunlara.
Büyük şehirlerde belli bir sayıya kadar yemek hanelerde yemek veriyorlar ve gece erken gelenler evsizlerin yurdunda yatak bile bulabiliyorlar. Ama bu yeterli değil tabii ki. Yer kalmayınca yine büyük bir kısmı dışarda kalıyordu. Daha büyük bir yerde hizmet verilse bunlara mesela. Koskoca binalar vardı boş bekleyen bir etkinlik gününe kadar. Kiliseler vardı kimsenin uğramadığı, camiler vardı cuma dan cumaya yirmi otuz kişi gelen. Dolup taşmış olsa bile ibadet gülerinde geri kalan zamanlarda boş bekliyordu bu duvarların iç yüzü. Tıpkı o an gitmek üzere olduğum Expo gibi. Ne çok insan sığınabilirdi geceleri bu binanın içine.
Bütün bunları aklımda geçirerek standımızı hazırlamaya başlamıştım. Öylesine kaptırmışım kendimi, kitabımızı satıyoruz kız çocuklarının eğitimi için demeye bile utanacaktım neredeyse. Kitap gereksiz gibi görünüyordu onca ihtiyacım yanında. Ama görü düğün gibi değildi. Okumak çok çok önemliydi. Biz de iyi bir şeye hizmet ediyoruz diye yalnızca kendimi değil standımıza gelenleri de ikna etmiştik. Ramazan çadırında kitaplarımızı dizmiştim ve birer korumacı asker gibi her biri önümüzde duruyordu. Herkesi kurtarmak çok zor bir vazife gerçekten. Yardım kuruluşlarına binlerce kez minnettarız ki bu insanlara bir şekilde ulaşmaya, yardım etmeye çalışıyorlar.
Eğitimin önemi de az değildi ama, hatta çok önemliydi, kız veya erkek çocuğu olsun bir şekilde eğitilirse dilenciliğe değil de çalışmanın yollarına bakar deyip iyice içimi serinletmiştim. Kendimize de haksızlık etmemek gerekiyordu. Karınca kararınca olsa da bir şeyler yapıyorduk. Veren el olmak, alan el olmaktan üstündü . Unutmamalıydık önceliği eğitime verdiğimiz için. Belki de onca dilenci bu aralar ondan yolumuza çıkıyordu. Onları belki de okullarda toplamalıydı. Gece orada uyuyup, gündüz de hayatlarını bulundukları durumdan kurtarmak için ders almalılardı.
Nerkiz
Yorum Yazın
Facebook Yorum