Romantik bir durak
Tgtg ekibinin üyesi olarak Türkiyede gezdiğimiz yerleri tanıtırken bir an kendimizi Kos adasında bulduk ve geçen yazılarımda oradan bahsetmiştim. Şimdi ise asıl göç hikayemin başladığı şehri anlatmak istedim. 1974 yılında kanal boyuna uzanan evlerin birine gelip yerleşen göçmen ailenin ortancı kızıyım ve günümüzde nerelisin dediklerinde Gent'li diye cevap veriyoruz. Kök salmaya başlamışız demek ki.
Suyun insanlar üzerinde herzaman büyük bir çekiciliği olmuştur. Tıpkı benim üzerimde olduğu gibi. Kendimi saatlerce bir göl kenarında bulabilirim mesela, veya denizin dalgaları alır beni ve çıkarım kafamda uzun bir yolculuğa. Geçmişe dalarım, geleceğe uğrarım, göçten geçen hikâyelerim canlanır birden bire. Üç yaşımda alıp beni doğduğum topraklardan uzaklara götürmüşler mesela. Belçikanın Ghent şehrine yerleşen ailemle birlikte iki nehirin kesiştiği yerde olmasada, o nehirden beslenen kanalın birinin 500 metre ilerisinde bir sokağa yerleşmişler. Nezaman kanal boyu yürüsem aklıma hep, geçmişte burdan kimler yürüdü, kimler geçti diye takılır.
Asırlar önce bölgeye yerleşen insanları düşünüyorum. Su onlarıda kendine çekmiş ki gelip yerleşmişler buralara. Kim bilir ne hayaller kurmuşlardır. Schelde ve Leie isimli iki önemli nehrin birbirini yakaladığı yerde Ghent şehrinin doğumunu hangi genç kız izlemişti o vakit? Hangi hayallerini çanlandırmıştı o kız aynı suyun başında? Onlar nereden göçüp gelmişti? Onun ailesi geldiği yere tekrar dönmüşmüdür? Ya da bizim gibi yeni bir tarih mi yazmışlardır yerleştikleri topraklara? Döneceğiz deyip deyip öylece kalmışlarmıdır?
Ghent, doğmadığım ama büyüdüğüm şehir anlayacağınız gibi. Yüreğime yerleştirdiğim yer. Tarihini okullarda ezberlediğim. Sokaklarını bir bir yürüdüğüm. Doğduğum köyden uzaklaştıkça, yabancılaştıkça özdeşleştik bu şehirle.
Ghent tarihinin en eski yerleşimi Galya/Kelt zamanlarına kadar uzandığını ve Ghent adını Latince Ganda dan aldığını söylerdi tarih hocamız. Ama kazılar yapıldıkça bölgede daha eski yerleşimin bulgularının olduğunu, yani Neanderthaler zamanında da simdi Ghent diye bildiğimiz bölgede yaşam olduğunu öne sürüyor. Adına şiir yazdığım Schelde ve Leie birleşince, bölgenin kaderini belirlemişti.
Başkent Brüksel ve Anversten sonra en büyük şehirlerinden biri olan Ghent’in çok baş kaldırışlı bir geçmişi vardı aslında. Bazen kendim gibi görüyorum şehri. Benim de çok baş kaldırışlarım oldu. Diz çöküşlerim de…
Ghent bağımsız bir şehir devleti olmanın hayalini kuruyordu bir zamanlar, ama bu fikir, merkezi devletten hem idari hem de askeri açıdan daha fazla güç isteyen kontun idealleriyle çatışıyordu. Sonuç olarak şehir ile hükümdar arasında farklı dönemlerde ayaklanmalara yol açan bir çatışma tarihe kazınmıştı. Örneğin Ghent Savaşı 1379-1385 yıllarında gerçekleşmiştir, Gent İsyanı ise1449-1453 yılları arasında ve Maximilian’a karşı Flaman İsyanı diye adlandırılan ayaklanma 1477-1492 tarihleri arasında yer almıştı.
Ayaklanmalar genellikle anlaşmaya varılan bir barış anlaşmasıyla sonuçlanır, ancak şartlar sürekli değişir. Örneğin Gavere Barışı 1453 yılı ve Cadzand Barışı 1492 tarihinde teyit edilmişti. Bu anlaşmazlıklar sonucunda Ghent gücünün ve nüfuzunun büyük bir kısmını kaybetmiş ve borç altına girmiştir.
Gent’in baş kaldırmaları sonunda liderin hoşuna gitmediğinden, Ghent’in bağımsızlığının sembolü olan Klokke Roeland (çan’ın ismi), Çan Kulesi’nden kaldırılır ve yeni bir kale olan İspanyol Kalesi, bundan sonra Ghent halkının artık daha fazla küstahlaşmamasını sağlamak için kullanılır. Ghent, merkezi otoritenin daimi askeri kontrolü altında bir garnizon kenti haline gelir ve bütün gücünü böylece yitirir.
Bir zamanlar güçlü olan Orta Çağ şehir devleti ne yazık ki sona erir böylece. Ayaklanmalara sebep olanların ise çullar içinde ve boyunlarında idam ipiyle af dilemek zorunda kalması, kısa sürede tarihi bir ayrıntı haline gelir. Bir zamanlar davet üzerine göç etmiş olan gururlu göçmem ailelerin ezilen çocukları olarak, yine şehirle kendimi aynı kaderi paylaşıyor gibi görmem başkalarına tuhaf gelebilir. Ama ırkcılığın tavan yaptığı bir dönemde yabancı uyruklu olmak, büyüdüğün topraklara sığdırılmamaktan geçince insan kendini vaktiyle ezilen kişilerle aynı görmesi normal fikrimce.
Dışarıdan bakanların gözünde, Gent’in tüm sakinleri ‘Creesers’ın (“krijsers”) kaderini paylaşıyordu. Ancak Gent halkı bu alaycı isimden pek memnun değildi. Çok geçmeden, bu kelimeyi kullanmaya cesaret edenleri kırbaç ile cezalandırmaktan çekinmemeye başlamışlardı. Hatta 1578’de darağacında gerçek bir idam ile karşı karşıya kalanlara kadar uzanan katı yaptırımlar uygulanmıştı. Biz yabancılarda yeri gelince çok ses çıkarıyoruz, bazende bunu yüzümüze vuranlara kızıyoruz, biz mi istedik böyle olmayı diye haykırınca, bir tür Creesers oluyoruz istemesekte.
Yüzyıllar boyunca ‘Stroppendrager’lar veya ‘Stropkes’ terimi, pek çok Artevelde gibi, gururlu Ghent sakinlerinin onursal unvanı haline geldi. Bugün ise Ghent’lilerin boynundaki idam ipi aslında o günkü lidere “bizi asabilirsin ama boyun eğdiremezsin” anlamında kullandıkları söylentiler dolaşıyor. Bu hikayeyi hocamız anlattığında kendimi Ghentlilerle daha da özdeşleşmiş hissetmiştim. İki kültürün arasında sürekli savaş verince, insan kendini sık sık boynunda idam ipiyle dolaşıyor gibi hissediyor çünkü. Hele de bu iki kültür arasında kalan kadın olunca, ip daha da ağır geliyor görünmesede. “Yıkılmadım ayaktayım” misali yolumuza devam etsekte bir yanımızın hep kanadı kırık işte. Neyse arabeske bağlamadan Ghenti anlatmaya devam edeyim ben en iyisi.
Günümüz Ghent’ine baktığımızda aldığı göç ile çok renkli bir şehir olmuştur. Son sayıma göre şehir 266.926 nüfusa sahipti (1 ocak 2023 tarihinde) . Altı kişiden birinin yabancı olduğu söyleniyor. Yabancı kökenler arasında en çok Türk kökenlilerin Ghent de yaşadığını bilmekteyiz zaten. Yaklaşık 21.000 civarı türk toplumu var ve böylece Ghent de her 10 kişiden biri Türk uyruklu diyebiliriz. Siz gezmeye gelince kendinizi yabancı hissetmezsiniz diyebilirim. Sokakta rastlayacağınız her 10 kişiden birinin size kendi dilinizden yardımcı olabileceğini düşününce kesin rahat edeceksiniz.
Belçika’nın en eski yerleşimlerinden biri olarak ve konumu sayesinde geçmişte önemli bir liman bölgesi olan Ghent, Avrupa’nın görmeye değer şehirlerinden biri sayılır. Dolaşırken hissedeceğiniz gibi enerjisi çok yüksek bir yerdir. Sanayi devrimi ve kentsel dönüşüm geçirmiş olmasına rağmen Gent’in Orta Çağ dokusunu korumuş. Nehirlerin aktığı kanalların etrafındaki tarihi yapıları gördüğünde insan kendini bir an Orta Çağda yaşıyor gibi hissedebiliyor. Tıpkı benim kendimi hissettiğim gibi kanallara baktığımda.
Sanat şehri olması yanı sıra, günümüzün modern binaları ve göçmenlerin gelişiyle ayrı renklenen sokakları insanı içine çekiyor her attığı adımla. Bir çok ülkenin ve yörenin mutfağıyla ve öğrenci ağırlıklı nüfusuyla Ghent sıcacık bir şehir. Burada doğmuş olsaydım, ancak bu kadar sevebilirdim bu şehri. Ghent’e her gelişimde (bir kaç yıldır başka bir şehirde yaşıyorum) köyüme gelmiş gibi hissediyorum. Ayrı bir bağın oluştuğunu itiraf edeyim.
Olurda yolunuz buraya düşerse, düşürün yolunuzu derim hatta, Ghentse neuzen dediğimiz (Ghentli burun) cuberdon’u tatmadan gitmeyin. Şeker ile ağzınız tatlanırken gözleriniz de doyacaktır şehre baktıkça. Çeşitli kafelerde Belçika birasıyla serinleyip, Ghentse stoverij ile de miğdenize bayram ettirebilirsiniz mesela. Waffle ve çikolataları unutmuyoruz tabii ki. Ara öğünlerde patates kızartması ve mayonez den şaşmayın. Rengarenk minik evleri, sizi cezbeden dar sokakları ve karşınıza adım başı çıkan kanallarıyla Belçika’nın Brugge şehrini aratmayacağından eminim.
Bisiklet kullanmayı seviyorsanız şehrin her köşesine rahatlıkla bisikletinizle gidebilirsiniz. Bir göçmen kızının kök saldığı topraklara hoş geldiniz. Ne kadar da ırkçılık var demiş olsam da Avrupa ülkelerinde, bunu en az hissedeceğiniz yerdir Ghent.
Ghent şehrini gelip görmek isteyenlere bir kaç öneriyi sıraladım…
Görülesi yerler:
St. Baafs Katolik Katedrali: 13 üncü yüzyılda inşa edilmiş güzel bir gotik yapı
Sint-Niklaaskerk: 15 inci yüzyılda inşa edilmiş eski bir kilise
Gravensteen Kalesi: 12 inci yüzyılda inşa edilmiş bir kale
Design Museum Gent: Tasarım, sanat ve kültüre ev sahipliği yapan bir müze
Graslei ve Korenlei: Şehir kanallarının en güzel yerlerinden biridir ve turistik bir alandır aynı zamanda
Lam Gods, dünyaca ünlü ressam Van Eyck kardeşlerin eseri
Het Belfort van Gent, dünya mirası olarak yer almakta
Ateşli Ghent ejderhası ve efsanesini gelişinizde rehberden dinlemenizi tavsiye ederim
Bijloke Müzesi: Tarihi bir konaktır ve çeşitli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yapmaktadır günümzde
STAM Müzesi: Gent tarihini, kültürünü ve doğal çevreyi anlatan bir müzedir ve benim de geçtiğimiz yıllarda bir çok şiir çalıştayım gerçekleşmiştir orada
Yemek önerileri:
Stoofvlees: Bu yavaşça pişirilmiş dana etidir ve genel olarak, patates kızartması ile servis edilir
Waterzooi: Tavuk etinden yapılmıştır, krema ve bol soslu bir yiyecek, patates kızartması veya püre ile servis edilir
Afiyet olsun
Nerkiz Şahin
Yorum Yazın
Facebook Yorum