Bugünlerde millet olarak dar bir vadiden geçmekte olduğumuzun tüm okurlarımız farkındadır. Ekonomik sıkıntılar başta olmak üzere, zaman zaman huzurumuzu tehdit eden günlük olaylar, toplumsal problemlerimize çözüm ararken yaşadığımız sıkıntılar, kendimiz bir yana çocuklarımızla ilgili gelecek kaygılarımıza kadar iç dünyamızı sarmış ve sarsmış durumda. Peki, tüm bunları kaygılı bir bekleyişe çevirmek yerine, daha iyi ve güzel olan ne yapmalıyız?
Bugünlerde pek çok insan ekonomik sıkıntı içinde olduğunu söylüyor. Sabırla ilgili bir yazıya ekonomiyle başlamak ne kadar yerinde olurdu bilmiyorum. Çünkü bu hem sabretme nedenimize haklı bir gönderme yaparken aynı zamanda sadece sabretmiş olmak için sabretmenin de gereksiz olması nedeniyle çok anlamlı olmazdı. Yani burada ne demek istiyorsun denilirse, gayet açık… Sürekli aynı problemi düşünmenin problemin çözümüne pratik hiçbir yararı olmazdı da ondan…
Öyleyse sabredelim ama bu sabır bir tükenmişlik psikolojisinin eseri olmasın. Sabredelim ama sabretmek zorunda olduğumuz şey, sabrımızla ilgili tüm enerjimizi tükettiğimizi düşündürtmesin bize… Sabredelim ama bunun dünyanın sonu olmadığını bilerek sabredelim… Sabredelim ama bu bizim için her şeyin bittiği anlamına gelmeden sabredelim… Yani sabretmenin, şu sıkıntılı olduğunu düşündüğümüz günlerin kolayca geçivermesine bir vesile olduğunu bilerek sabredelim. Böyle sabredelim ki, sabrımız da bir işe yarasın… Peki nasıl sabredilir? Sabretmek nasıl başarılan bir cehd ve gayrettir? Neye yarar? Bu sadece bir kavram mıdır, yoksa gayet yararlı bir davranış biçimi mi?
Tüm bu soruların cevabı; tabii ki, sabrın, hayatımızın her gününde bizzat yaşadığımız bir duygu oluşudur. Bir ömür boyu birçok olayla sabrımız sınanır. Aleyhimizde gibi görünen bütün sıkıntılardan kurtulmanın tek yoludur sabır. Bu güzel ahlak, ömrümüzün sonuna kadar bize mihmandarlık yapar. Sabır, darlık ve sıkıntı zamanında nefis ve şeytanın yaratıcıya isyan kapısını kilitleyip, şükür yolunu insana açan bir nimettir. Dolayısıyla sabır, dünya hayatında nefisle olan imtihanımızın başlıca ölçüsüdür. Bakınız onun manaları içinde neler var: Bir kere dayanma, direnme, tahammüllük, serinkanlılık manalarına gelmektedir.
Küçük meseleler yüzünden birden sinirlenerek bütün manevi sermayemizi öfkemizin kurbanı ederiz. Öfkesine sahip çıkan yiğitlere ne mutlu… Öfkesine söz geçiremeyen zavallı, ne yapayım, kızdım, adam vurdum der…
Ne yapayım kızdım çocuğumu haksız yere dövdüm, diyerek masumluğunu değil acziyetini ve nefsinin kölesi olduğunu anlatır. Nefsin bu sınır tanımayan arzuları hem kendi ruhumuza, hem bedenimize, hem de çoğu kere başkalarına zarar vermektedir. Cenab-ı Hakk'ın yasak kıldığı bütün eylemler her nasılsa şeytanın iğvası ile nefse hoş gösterilir. Sabır en başta nefse karşı kazanılmış bir zaferdir. Bu durum, Kur'an-ı Kerim'de üzerinde çok durulan bir husustur. Hz. Peygamber de sabırla ilgili pek çok hadis söylemiştir. Cenab-ı Hakk'ın biz insanlara gönderdiği bütün peygamberler, Hakk'ı tebliğ için çok büyük acılara dayanmak zorunda kalmışlardır. Peygamberler tarihi bu ibretli kıssalar ile doludur ve her birinin yaşantılarının merkezinde sabır durmaktadır. Hz. Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); "Sabır, (hadisenin) sarsıntı tesiri yaptığı ilk anda gösterilen tahammüldür" buyurmuştur.
Günümüz insanı, güzel ahlakın özü olan sabrı maalesef unuttu. Ekonomik sıkıntı içinde olan, ailesiyle problemi olan, iş yerinde problemleri olan, tüm bu sıkıntılar karşısında hakikaten zorlanan insanımıza, sıkıntıları her ne sebeple olursa olsun "Allah sizden ve sıkıntılarınızdan haberdardır" diyerek sabir sahibi olmalarını tavsiye ediyoruz. Çünkü yapılacak en anlamlı fiil bu… Genellikle bela ve sıkıntılar bize uğradığında Rabbimizi hatırlarız. Eminim unutulmamıştır, büyük Marmara depremi yaşandığı zamanlarda camilerdeki cemaat sayısı artmış ve sonuçta, o zamana kadar "Allah" demeyi unutan insanlar bile Allah'ı bu sayede hatırlamışlardı. Ayrıca zahmetsiz kazandığımız nimetlerin kıymetini pek bilinmez. Kolayca geleni har vurup harman savurduğumuzdan Allah bizlere sıkıntı sonucu güzellikleri bahşediyor ki, biz bunun kıymetini unutmayalım. Hiçbir anımızda imtihan sırrının dışında kalamadığımızı düşünmek de işin en önemli tarafı…
Şöyle bir söz vardır; "Sabır, ilk andadır. Bir süre sonra insan ister sabretsin, ister etmesin, fark etmez." Buna göre aklı başında kimse, musibetin ilk anlarında sabreden kimsedir. Gündelik problemlerimiz açısından bakıldığında bu formül hakikaten ilaç gibidir. Buradan da anlıyoruz ki, musibet gelince isyan etmemeliyiz. İlk verdiğimiz tepki bizim için çok önemli. Başımıza gelenlere üzülmemek belki elde değil, ağlayabiliriz de... Fakat asla isyan etmemeliyiz.
Ayse Sezgin Yigit