SANATTA BEDEN, TUTKU VE ÖLÜM
Beden tutkudur ama bu tutku yerleşik değildir, geçicidir çünkü beden, geçirdiği değişimleri neredeyse bütünüyle yansıtır. Oysa, tutku nesnesinin durağan olmasını ister. Böylece, gelişir ve kökleşir. Bedenin tutkuyu yalnızca bir an içermesi bu nedenledir. Görünüşe eklemlenir, bedene yönelik tutku ve yerini çok kısa zamanda ölüme bırakır.
Bedenle ölüm ikiz kardeştir. Ölüm olmasaydı beden, tutkuyu kalıcı olarak kendinde saklayabilirdi ama bunun böyle olmadığı içindir ki ağıtlar bedene değil, kişiliğe atfedilir. Bir ölüyü kimse bedeniyle algılamaz. Bu, insanlığın en köklü tabularından birisidir. Bu tabunun ortadan kalkması, tutkuyu bütünüyle özgür kılabilirdi ama o zaman da bedenin özgünlüğünden söz edilemezdi.
Nü resmi, bedenin geçiciliğini çıplaklık olgusuyla aşmaya çalışmıştır ama daha büyük bir çıkışsızlık doğurmuştur bu arayış. Çıplaklık kendi başına büyüleyici bir atmosfer oluşturur ama çıplaklığın resmedilerek çoğaltılması, tutkunun süresini daha da azaltarak bedeni olabildiğince sıradanlaştırır. Günümüzde fotoğraf aracılığıyla nü sanatının ulaştığı noktada, çıplaklık bütünüyle metalaşma sürecinin bir unsuru olarak kullanılıyor. Beden de yalnızca bir görüntüye indirgenerek tutkudan bütünüyle arındırılıyor ve tüketim nesnesine dönüşüyor.
Tutku beden için yaşamsaldır. Bedene yönelik tüm yargılar, tüm deyişler, tutku aracılığıyla gerçekleşir. Tutku bedeni var edendir. Bu var olma, sanatta izdüşümünü bulur. Sanat, bedeni tutkuyla birlikte ele alarak ona kişilik ve kimlik sunar. Sanatta da çıplaklıktan söz edilebilir ama bu çıplaklık bedenin görüntüsünden ziyade içselliğini ve anlamını ele alarak ona yeni olanaklar sunar. Yeniler ve çoğaltır. Buradaki çıplaklık, tutkuyu tüm boyutlarıyla bedenle ilişkilendirerek bedene özgürlüğünü geri verir. Bu aşamada ölümden söz edilemez. Bedenin ölümden ayrıştığı tek alan sanattır ancak sanatta beden, tutku ve ölüm gerçek anlamlarını bulabilir.
Yorum Yazın
Facebook Yorum