Türkiye Müttefiklerine Neden Güvenemiyor
Türkiye, sınırlarında oluşturulmaya çalışılan terör kuşağına, kendi güvenliği ve bölgesinin selameti için, Afrin'e operasyon yapmak zorunda kalmıştı. Bu açıdan Türk Silahlı Kuvvetleri'nin, Afrin bölgesini teröristlerden temizlemek için yaptığı Zeytin Dalı Operasyonu, stratejik olarak çok doğru bir karardı. Kısa zaman içinde de güzel başarılar elde edildi.
Dolayısıyla Suriye haritası, TSK'nın müdahalesiyle artık yeniden değiştirilecektir.
Türkiye'nin asıl meselesi ise, uluslararası topluma ve müttefik bildiklerine karşı öteden beri duyduğu derin bir güvensizliktir...
Bu tutumunda son derece haklı. Çünkü müttefik bildiği ülkeler tarafından sürekli hayal kırıklığına uğratılıyor.
Verilen sözler bir türlü tutulmuyor. İlkeler ve değerler üzerinden hareket edilmiyor. Devamlı kandırılmaya ve oyalanmaya çalışılıyor.
Avrupa Birliği ve Amerika tarafından, NATO üyesi Türkiye'nin güvenliğini tehlikeye atan ve huzurunu bozan terör örgütlerine, yıllardır kesintisiz destek veriliyor. Türkiye'nin güçlenmesi ve büyümesi, kendi çıkarları açısından tehlikeli görülüyor.
Bu bakımdan zayıflatmak ve bölmek için her yol mübah sayılıyor.
Konjonktürel düşmanlıkları bir yana, Batı'nın, tarihsel olarak asırlarca mücadele ettiği en kuvvetli düşmanı, Müslüman Türk Milleti gerçeğidir. Adeta bu düşmanlık artık modern Avrupa tarihinin organik bir parçası haline gelmiştir.
Avrupa, kendini tanımlamak ve var olabilmek için tarih boyunca, hep bir 'öteki'ne ihtiyaç duymuş, iç bütünlüğü sağlamanın bir yolu olarak da Türk ve Müslüman düşmanlığını, yani İslamofobi'yi devamlı diri tutmaya çalışmıştır.
Geçmişten günümüze ise değişen tek şey; geçmişte coğrafyamıza yönelen düşmanlığın önderliğini İngiltere yaparken, bugün bunu Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya jandarması olarak yapmasıdır.
Bütün Batılı devletlerin Türkiye'ye bakışları, benzer şekilde korku dolu, önyargılı ve husumete dayalıdır.
Yani Türkiye, her ne yaparsa yapsın bulunduğu coğrafyası, fetihlerle dolu Avrupa tarihi, dini inancı ve kimliği, önüne engel olarak çıkarılmaktadır. Ne Avrupa Birliği yakınlaşması, ne de Türkiye'nin üye olduğu NATO, Birleşmiş Milletler, OECD gibi kuruluşlar, hatta ticari münasebetleri bile, ilişkilerde karşılıklı olarak güven sorunu bunalımını ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Türkiye, NATO üyesi müttefiklerine de yeterince güvenemiyor.
Son yıllarda silah ithalatında yaşanan bazı sıkıntıların, müttefik bildiği NATO ülkelerinden kaynaklanması, Türkiye'yi daha çok silah üretimine odakladı. Bu durumun çok faydası da oldu, silah sanayiinde hayli ilerlemeler kaydedildi.
Ancak burada dikkate değer olan konu, Türkiye, NATO'nun en büyük ikinci ordusuna sahip bir ülke olmasına rağmen, güvenliği için gerekli olan ihtiyaçlarını, üye devletlerden değil de, NATO karşıtı Rusya'dan tedarik etmeye çalışması ve S-400 füzesi satın alması, güven meselesinin hangi boyutta olduğunu yeterince izah etmektedir.
Türkiye, ABD'ye de tam güvenemiyor..
Güven duyamaz çünkü ABD’nin, Türkiye ve bölge politikaları devamlı olarak tutarsız ve çelişkili. Sözlerinde durma, kararlarında istikrar ve duruşlarında hiçbir samimiyet yok.
15 Temmuz darbe girişimi karşısında ABD, demokrasiyi değil bekle ve gör politikasını tercih etti.
Darbe faili Fethullah Gülen hareketiyle kirli ilişkiler içinde oluşu ve muhakemesi için, Türkiye'ye iadesinde farklı zorluklar çıkardı. Ayrıca Suriye'de bir Kürt devleti oluşumuna yeşil ışık yakarak, teröristlere ağır silah ve lojistik destek sağladı. Bir yandan onları eğitip, düzenli bir ordu haline getirdi, diğer yandan teröre karşı Türkiye'nin yanında olduğunu söyledi.
Ankara'ya karşı iki yüzlülüğünü her fırsatta ortaya koydu.
Rusya'nın politikalarında da çelişkiler görünüyor?
Ruslar'da bir yandan Türkiye ile yakın müttefik olduklarını, Suriye'nin bütünlüğü için Esad yönetimine destek verdiklerini söylerken, diğer yandan Türkiye ve Suriye'yi bölmeye çalışan terör örgütleri PKK ve onun Suriye uzantısı PYD/YPG ile dirsek temasında bulunup, iletişimini devam ettiriyor.
Dünyanın öbür ucundan izinsiz ve hukuksuz bir şekilde Suriye'ye gelip yerleşen ABD'nin, bölgedeki varlığı, Suriye'nin egemen bir devlet olarak istikrarlı hale gelmesine engel olduğu halde, bu duruma karşı sükut içinde bulunan 22 Arap ülkesinin, Türkiye'yi, Afrin operasyonu nedeniyle kınayarak, Suriye'de işgalci olarak nitelendirmesi ayrıca can yakıcı bir durumdur. Demek ki tarih sürekli tekerrür ediyor.
Suriye'de kartlar şimdi yeniden karılıyor...
ABD, Türkiye önderliğinde Sünni İslam dünyasının karşısına, İran önderliğinde Şii'leri çıkartarak kendine göre bir denge kurmaya çalışıyor.
Yine ABD, planlarına engel olduğu ve eskisi kadar kontrol edemediği düşüncesiyle Türkiye'yi, Suriye'de oyun dışı bırakmak istiyor.
Dolayısıyla Suriye'de, istikrar ve çıkarların sağlanması adına ABD, Rusya ve İran, üçlü bir konsensus sağlamış olabilirler?
İşte burada Türkiye'nin, devre dışı kalmaması son derece önem arzediyor. Oyunda kalması ise Suriye'de yapılan operasyonlarda sağlayacağı başarıya endeksli olacaktır.
Yani Ankara'nın, fırtınalı bir havada ilerlemeye çalışırken, ihtiyatı elden hiçbir şekilde bırakmaması gerekiyor.
Uluslararası arenada çıkarlar mevzu bahis olduğunda ne dostluk kalıyor, ne de müttefiklik.
Bu nedenle de Türkiye, herkesle görüşmeli ama hiç birine itimad etmemelidir.
Diyalog kanallarını hep açık tutmalı, diplomasiyi sonuna kadar kullanmalıdır.
Menfaatine uygun kararlar almalı, müttefik bildiklerinin sözlerine itibar etmemelidir.
Türkiye'nin destek alacağı, sözünü dinleyeceği ve güveneceği, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gücü ile halkının ve başka İslam coğrafyalarındaki Müslümanların duası olacaktır.
Güngör Gökdağ