Ukrayna sonrası yeni düzen ve tektonik kayma
21. yüzyılda asıl mücadele, ABD öncülüğündeki Batı Bloku ile Çin arasında yaşanacaktır. Obama'dan itibaren tüm ABD başkanları dikkatlerini Pasifik bölgesine doğrultmuş durumdadır. Rusya, Ukrayna'da muhtemelen Afganistan'da yaşadığı travmaya benzer bir durum yaşayarak, yeniden emperyal bir güç olma isteğini başka bir bahara ertelemek durumunda kalacaktır.
Bülent Güven / Yazar26 Mart 2022 Cumartesi 07:00 | Son Güncelleme: 26 Mart 2022 Cumartesi 09:23
AB ülkelerinin liderleri 11 Mart'ta Fransa'da, Versay Sarayı'nda yaptıkları toplantı sonrasında yayınladıkları basın açıklamasının son cümlesi şöyleydi: "Rusya'nın başlattığı bu savaş Avrupa tarihinde tektonik bir kaymaya neden oldu." Nitekim Rusya'nın Ukrayna'ya karşı başlattığı bu savaş, son günlerde yaşananları da dikkate aldığımızda, bilinen ve algılanan tüm denge ve düzenleri alt üst etmiş gözükmektedir. Bu açıdan yeni durumu tarif etmek isteyen çok sayıda uzman ve/veya yorumcu süreci anlamlandırmaya çalışmaktadır. Örneğin, bazılarının sürece "ikinci bir soğuk savaş dönemi" olarak tanımlaması bu bağlamda düşünülmelidir. Elbette belirsizliğin ve öngörülmezliğin hâkim olduğu dönemlerde tarihsel analojiler kullanmak sık başvurulan bir yöntemdir ve bu şekilde belirsizliğin sis perdesinin aralanması ümit edilir. Bu yaklaşım bizleri bazen doğru bazen de yanlış bir perspektife sevk edebilir. Bana göre son yaşananları, olaylar daha sıcak iken, ikinci bir soğuk savaşın başlangıcı olarak nitelendirmek de gayet sorunlu bir yaklaşımdır. Zira şu anki konjonktür asıl soğuk savaş döneminden oldukça farklıdır.
Hatırlanacağı üzere Soğuk Savaş döneminde, dünya, iki büyük blok tarafından yani ABD'nin başını çektiği Batı Bloğu ve Sovyetler arasında etki alanlarına bölünmüştü. Her blok diğer blokun etki alanına saygı gösteriyordu ve en fazla yaptıkları da diğer bloğun etki alanındaki ülke veya bölgelerdeki muhalefeti desteklemekti. Bu destek, ilgili ülke veya bölgede bir iktidar değişimine yol açmayacağını bile bile yapılıyordu. Buradaki amaç esasında karşı bloku tedirgin etmekti. İki blok arasında birbirinin etki alanlarına doğrudan müdahale etmemekle sağlanan bu mutabakat çerçevesinde soğuk savaş sıcak bir savaşa dönüşmüyordu. Fakat şimdiki durum gayet farklıdır.
Etki alanı farklılaştı
Soğuk Savaş döneminden farklı olarak günümüzde büyük güçlerin etki ettiği alanlar sürekli değişmektedir. Bu değişimler bazen ekonomik nedenler çerçevesinde bir ülkenin başka bir güce yaklaşması şeklinde olurken, bazen seçimler ile ortaya çıkan iktidar değişimleriyle, bazen de Ukrayna, Gürcistan, Sırbistan gibi ülkelerde olduğu gibi Batı destekli "renkli" devrimlerle olmaktadır. Neticede Rusya'nın Sovyet döneminden tevarüs ettiği bu etki alanlarının bir kısmı ABD öncülüğünde Batı ittifakına büyük oranda kaybetmesiyle günümüzde süreç farklı bir hal almıştır. Bu durum ABD Başkanı Barak Obama'nın Rusya'yı küçümsemek ve gücünü hafife almak maksadıyla onu bir bölgesel güç olarak tanımlaması ile de sürecin adı koyulmuştur.
Fakat Rusya kaybettiği etki alanlarını geri kazanmak için 2008 yılında Gürcistan'a savaş açarak yeni bir süreç başlatmıştır. 2014'te Kırım'ın ilhakı, Suriye ve Libya'daki operasyonları, Kırgızistan'da, Kazakistan'da Rusya yanlısı iktidar değişimlerinin önü açması gibi gelişmeler bu açıdan düşünülmelidir. Bu çerçeveden bakıldığında Ukrayna'nın bu anlamda Rusya'nın son hedefi olduğunu varsaymak biraz iyimser bir düşünce olarak gözükmektedir. Bu açıdan, eğer Rusya, Ukrayna'da başarılı olursa, 2008 yılı dolaylarında başladığı bu süreci devam ettirmesi gayet olasıdır.
Rusya'nın bu etki alanlarını korumak ve belki de bunlara yenilerini eklemek şeklindeki politikası karşısında ABD öncülüğündeki Batı Blokunun şaşırmış izlenimi vermesi aslında oldukça ilginçtir. Zira Soğuk Savaş döneminden sonra, Batı, kendi etki alanını genişletmek için hem eski Sovyet coğrafyasındaki hem de Rusya'nın nüfuz alanında bulunan Polonya, Macaristan gibi ülkeleri hızlı bir şekilde AB ve NATO'ya dahil etmiştir. Bu müdahalelerin zamanla sıcak bir savaşa dönüşebileceği gerçeği, muhtemelen Rusya'nın gücü küçümsenerek göz ardı edilmiştir.
Neden provoke etti?
Burada sorulması gereken soru şu olabilir: ABD öncülüğündeki Batı, etki alanını genişletme amaçlı bu agresif tutumunun Rusya'yı provoke edebileceğini öngöremedi mi? Ya da zaten eskiden Sovyetlerin etki alanında olan birçok ülkeyi kendi kontrolüne almış Batı, neden Ukrayna'yı Batı Blokuna dahil etmeye çalışarak Rusya'yı savaşa provoke etti. Bir başka soru, Batı'nın Ukrayna'yı tıpkı Finlandiya gibi Rusya ve kendi arasında sıcak savaşın önüne geçmek için bir tampon bölge ilan edemez miydi?
Bu ve benzer soruların muhtemel cevabı Ukrayna asıllı bir Amerikan strateji uzmanı olan ve ABD Başkanı Jimmy Carter'ın güvenlik danışmanlığını da yapmış Zbigniew Brzezinski'nin şu ifadelerinde bulunmaktadır:
"Amerikan siyasetinin mutlak hedefi, uzun vadeli eğilimleri ve insanlığın temel çıkarlarını korumada tam anlamıyla katılımcı küresel ortaklığı biçimlendirmek için, müşfik ve ileri görüşlü olmalıdır. Ama aynı zamanda Avrasya'ya hükmetmeye muktedir, dolayısıyla Amerika'ya da meydan okuyabilecek Avrasyalı bir rakibin ortaya çıkmaması zorunludur."
(Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, Ankara: İnkılap Kitabevi, 2005, s.15).
Brzezinski bu kitabında Avrasya bölgesinin Avrupa'da Lizbon'da başlayıp, Uzak Doğu'da Vladivostok yani Çin'in ötesine kadar giden bir coğrafyayı kapsadığına dikkat çeker. Dahası bu bölgede insanlığın yüzde 75'inin yaşadığına, dünya servetinin yüzde 70'inden fazlası bu bölgede bulunduğuna, dünyanın enerji ihtiyacını bu bölgenin karşıladığına ve günümüzde elektrikli araçlardan bilgisayarlara kadar çok sayıda unsurda ihtiyaç duyulan doğal madenlerin bu bölgede bulunduğuna da değinir. Ona göre bu bölgede bir güç haline gelen bir dünya gücü haline gelir ve dolayısı ile ABD buna kendi hegemonyasını korumak amacı ile müsaade etmemelidir. Neticede ona Brzezinski'ye göre, Rusya, jeopolitik olarak dünyanın en önemli beş ülkesinden birisidir. Avrasya coğrafyasında Ukrayna'ya hâkim olmayan bir Rusya'nın, asla bir dünya gücü olamayacağı ona göre açıktır.
Ukrayna üzerinden Batı ile Rusya arasındaki yaşanan savaşın arkasındaki durum tasvir edilen bu temele dayanmaktadır. Bundan dolayı, Ukrayna toprakları Rusya'ya tekrar dünya gücü olmak için lazımken, ABD öncülüğündeki Batı'da Avrasya bölgesinde kendi hegemonyasını tehdit edecek yeni bir gücün oluşmasına müsaade etmemek için Ukrayna'yı asla Rusya'ya teslim etmek istememektedir.
Görüntüde katılımcı
Amerika bu perspektif çerçevesinde kendi hegemonyasını korumak adına Soğuk Savaş sonrasında Batı değerleri üzerine kurulu ve "görüntüde katılımcı" olan bir dünya düzeni inşa etmeye çalıştı. Bu yeni düzende; serbest piyasa ekonomisi, demokratikleşme, insan hakları gibi değerler üzerine oturan bir uluslararası düzen kurularak, herkesi ekonomik olarak refaha erişeceği, savaşların minimuma indirileceği bir yapı öngörülüyordu. Bir noktada AB'nin entegrasyon süreci ve yapısal mimarisi tüm dünya için örnek olacaktı. Clinton döneminde de ABD, katılımcılık adına, nispeten değer eksenli politikalar izledi. İnsan hakları, demokrasi, serbest piyasa ekonomisi, Clinton döneminin dış politikasının önceliği idi. Fakat Clinton sonrası Başkan olan Bush, ABD'nin bu hedefini katılımcı bir şekilde gerçekleştirmek yerine daha empati yoksunu bir şekilde gerçekleştirmeye çalıştı. Bundan dolayı uydurma gerekçeler ile Irak'a saldırması, Sovyetlerin nüfuz alanında bulunan ülkelerin NATO ve AB'ye üye yapılması hep bu döneme denk gelmektedir. Son zamanlarda yaşananlara bu gelişmeler ışığında bakıldığı takdirde, aslında dünya ikinci bir soğuk savaş dönemine girmekten ziyade, Soğuk Savaş öncesinin şartlarına, yani sıcak savaşların olduğu 19. yüzyıl sonu, 20. yüzyılın başına dönmektedir.
Rusya'nın Ukrayna'ya savaş açmasıyla bu gerçeği doğru okuyan Batı Bloku hem kendi arasındaki safları sıkılaştırmaya başladı, hem de kendisi için Rusya'dan daha büyük bir tehlike olarak gördüğü Çin'e gözdağı vermek istedi. Çin'in Tayvan'da benzer bir harekete kalkışmaması için, elindeki tüm baskı unsurlarını Ukrayna'da Rusya'ya karşı kullanmaya başladı. Rus bankalarının Swift sisteminden atılması, Rus Merkez Bankasının döviz rezervlerinin dondurulması, ABD ve İngiltere'nin Rusya'da doğal gaz ve petrol alımını sıfırlamaları Rusya'nın ambargo konusunda tahayyül edebileceği tüm sınırları aşmış durumdadır. Almanya gibi doğal gaz ithalatının yüzde 55'ini, petrol ithalatının yüzde 35'ini Rusya'dan ithal eden bir ülke dahi Rusya'ya olan bağımlılığını sıfırlamak için Katar, İran, BAE gibi ülkeler ile görüşmeye başlamıştır. Ekonomik rakamlara bakıldığı zaman Rusya, gaz ve petrol hariç, AB ve ABD ekonomisi için kayda değer bir ülke değildir. Toplam ihracatı 1375 milyar Euro olan Almanya'nın Rusya'da toplam ihracatı sadece 26,6 milyar Euro'dur. Önümüzdeki 5 yıl içinde doğal gaz ve petrol ihracatını başka kanallardan karşılama süreci tamamladığı zaman, Rusya ile ticaretini sıfırlamasının Alman ekonomisine kayda değer bir zararı olmayacaktır. Benzer durum ABD ve tüm AB için de geçerlidir. Toplam ihracatı 1483 milyar Euro olan ABD'nin Rusya'ya ihracatı 5,4 milyar Euro'dur. Toplam ihracatı 3127 milyar dolar olan AB ülkelerinin Rusya'ya toplam ihracatı 89,3 milyar dolardır. Kısacası Batı Bloku, Rusya'yı ekonomik anlamda birkaç yıl içinde kıskaca alıp ekonomisine ciddi zarar verecek bir durumdadır. Bu anlamda Çin ile ekonomik ilişkiler Rusya'ya bir alternatif olmasına rağmen, Batı Blokunun kendisine ekonomik olarak vereceği zararı alternatifler üzerinden gidermesi çok zor görülmektedir. Dolayısı ile Rusya, Ukrayna savaşı ile tüm askeri gücüne rağmen orta vadede kendisini toparlamayacak bir hasar elde edecek gözükmektedir. Bu durum, Rusya'nın operasyon kabiliyetini ve iddialarını erozyona uğratacaktır. Son yıllarda yeniden elde ettiği etki alanlarını ve yeni etki alanlarını elde tutması oldukça zorlaşacaktır. Bugünden bakıldığı zaman muhtemelen Obama'nın da dediği gibi bir bölgesel güç olarak kalmaya mahkûm olacaktır. Sağlam ekonomik temelleri olmayan, gelirinin yüzde 80'nini doğal kaynakların ihracatından elde eden Rusya, yeni ambargolar ile toparlanması bir hayli zor olacaktır. ABD liderliğindeki Batı Bloğu bu vesile ile Avrasya bölgesinde hegemonyasını sarsacak bir gücü bertaraf etmiş olacaktır.
Dikkatler Pasifik'te
Brzezinski'nin mantığı ile düşünüldüğü zaman, ABD öncülüğündeki Batı, Avrasya coğrafyası içinde bulunan Çin ile de günün sonunda hesaplaşmak zorunda kalacaktır. Fakat Çin ile mücadele Rusya ile mücadeleden çok farklı olacak ve çok daha kompleks bir şekilde gerçekleşecektir. Rusya emperyal emellerine sadece askeri enstrümanlar ile ulaşmaya çalışırken, Çin şimdiye kadar askeri güç kullanmaktan kaçınmıştır. Daha çok ekonomik açıdan güçlenerek, hegemonyasını bir master plan çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Şimdiye kadar 3 trilyon dolardan fazla yatırım yaptığı İpekyolu Projesi onun emperyal projesinin en önemli ayağıdır. Çin ihracat eksenli bir kalkınma modeli izlemektedir. 2844 milyar Euro olan ihracatının yaklaşık 1 trilyon dolarlık kısmını ABD ve Avrupa'ya yapmaktadır. Hızlı kalkınma temposuna rağmen teknolojik olarak bazı sektörlerde hala Batı'ya bağımlıdır. Dolayısı ile Rusya'nın Ukrayna'da gözünü karartıp savaş açtığı gibi, Çin'in Tayvan'a karşı bir askeri operasyona girme ihtimali epey düşüktür. Batı Blokunun Rusya üzerinden kendisine verdiği gözdağını da kavramış görünmektedir. Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısını önceden bilip zımnen destek vermesine rağmen, süreç uzadıkça daha nötr bir pozisyon almaya çalışmaktadır.
Hülasa, 21. yüzyılda asıl mücadele, ABD öncülüğündeki Batı Bloku ile Çin arasında yaşanacaktır. Obama'dan itibaren tüm ABD başkanları dikkatlerini Pasifik bölgesine doğrultmuş durumdadırlar. Rusya, Ukrayna'da muhtemelen Afganistan'da yaşadığı travmaya benzer bir durum yaşayarak, yeniden emperyal bir güç olma isteğini başka bir bahara ertelemek durumunda kalacaktır.
Yorum Yazın
Facebook Yorum